Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yusuf Yazar

Yusuf YazarOrtadoğu'nun Son Yüzyılı (1901-2017) yazarı
Yazar
Çevirmen
8.7/10
4 Kişi
20
Okunma
3
Beğeni
1.173
Görüntülenme

Yusuf Yazar Gönderileri

Yusuf Yazar kitaplarını, Yusuf Yazar sözleri ve alıntılarını, Yusuf Yazar yazarlarını, Yusuf Yazar yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Hristiyan dünyanın temsilcilerinin ve egemenlerinin Hak ka ve Hakikat'a karşı olan ihaneti, daha ilk yüzyıllarda, önce Pav lus eliyle sonra da Roma yönetimleri eliyle" Hz. İsa ile getirilmiş olan ilahi mesajı bozmakla sınırlı kalmamış, 19.ncu Yüzyıl orta- larından itibaren kurumsal nitelikle başlattığı Oryantalizm çalış malarıyla
Reklam
Sonuçta, İslâm ülkelerinde modern eğitim sisteminin parçası olarak kurulmuş ilâhiyat fakülteleri de bu anlayışın kap- samı dışında kalmış olamayacaktır. İlâhiyatçı akademisyenler de en azından rasyonalizmin ve genel olarak da pozitivist anlayışın sınırları içine çekilmeye zorlanacaklardır: akademisyenlerden bazıları ise yapıları gereği ya da gösterilen havuçlara tamah ettikle- rinden, zaten gönüllü olarak o sınırlar içinde duruş sergilemekte bir yanlışlık görmeyeceklerdir
Sayfa 100Kitabı okudu
Freud ve Psikanaliz konusunda bir diğer Viyanalı Yahudi kökenli entelektüel olan Egon Friedell'e danışmak belki de en iyisi olacaktır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi işgalinde Viyana'dan Freud gibi kaçmayı, kitaplarını terkedemiyişi nede- niyle reddeden ve hayatını kaybeden Friedell'in psikanalize iliş kin uzun değerlendirmesinden çok kısa bir alıntı: "Psikanalizin felaket bir kusuru var: ayrıntılı açıklamaları Talmud bilgileri ve lisans düzeyinde okuma metinlerinin karışımını temsil eden psi- kanalistler. Amerikalılar Psikanalizi 'Christian Science'ın karşıtı olarak 'Jewish Science' (Yahudi Bilimi) olarak isimlendirmekte- ler. Ve gerçekten de, Yahudilerin klasik dünya tarafından zaten suçlanmış olduğu bu insan ırkından nefret' bir kez daha duyulur oldu". Herhangi bir dinî duyarlığı bulunmayan Friedell, âşınası ya da irtibatlısı olmadığı R. Guenon'unkine benzer bir değerlen- dirmede bulunur, Freud'un kurucu babası olduğu Psikanalizi bir yerde pagan karakterde ve bilim pozu veren bir din olarak, diğer bir yerde tüm işaretleri, sembolleri ve âyinleri ile bir tarikat/ce- maat olarak tanımlar ve şöyle der: "...bu, gösterişli bir enfeksiyon girişimi, en kötüsüne maruz kalmışlar tarafından gerçekleştirilen gizli ve sinsi bir intikam eylemidir; tüm dünya nevrotikleş- tirilmeli, cinselleştirilmeli ve şeytanlaştırılmalıdır. Psikanaliz, Şeytan'ın krallığının gelişini ilan eder."
Alem (evren) bilmeye ve bilinmeye yol gösterecek sayısız te- cellinin ve zuhurun yeri olsa da, dünya hayatının insan için sınav veri olması dolayısıyla bu tecellilerin bir perdeyi ve perdelenmeyi içermesi de anlaşılabilirdir. İbni Serrac', 'tecelli' için 'kalplerin per- desini açan gayb nurlarıdır' der. Perde ise kişiyle Hakk arasında bulunan ve O'nun tanınıp bilinmesine engel olan şey olarak ta- nımlanır. Kişinin özelliklerine ve duruma göre herşey bir perde olabilir. Cüneydi Bağdadi' sıradan insanlar için kendi nefislerine, halka ve dünyaya güvenmelerinin, bilgi sahibi ve ibadetlerinde has- sas müminler için ise ibadetlerine, kazanmış olduklarını düşün- dükleri sevaplarına ve mertebelerine güvenmelerinin kendileri için perde oluşturduğunu söyler. Tabii ki, gurur ya da kibir engel- leyiciliği açık olan ve kolay anlaşılan bir perdedir. Serracın perde için yaptığı bir tanım da dikkat çekicidir: "Kalbin mühürlenmesi kafirler için, katılaşması münafıklar için ve kararmakta oluşu da müminler için perdedir". Özetle, dünyanın kendisi ve her dünyevi şey, bazen bir tutku, bazen bir kaygı ya da korku onu dikkatlerinin odağı haline getiren için perdeye dönüşür. Tecellileri müşahedeye rühen hazır olan seçkin veli kulların, sınırlı bir süre için olması beklenen perdelenmeye maruz kalmasına bir rahmet gibi bakıl- miştir. Görece olarak sıradan sayılabilecek kişilerin hâkim duru- munu resmeden gaflet hålineyse, kalp kararmasına sebep olan bir durum olarak bakılmıştır.
Sözünü ettiğimiz öncü isimlerden birisi olan Muhyiddin Ibn Arabi, yaratılışı 'tecelli' kavramı merkezli olarak açıklar: yaygın olarak benimsenmiş olan, yaklaşık anlamı "gizli hazine idim, bi- linmek istedim" şeklindeki 'kenz' hadis-i kudsisi anlamı çerçeve- sinde bilinmek için yaratmış olduğu kâinat (âlemler), Hakk'in si- fatlarının ve isimlerinin tecelligâhıdır. Bundan dolayı İbn Arabi, ilahi isimlerin varlığını âlemin varoluş sebepleri içinde görür. Sü- filer arasında yaratılış konusunda genellikle benimsenmiş olan yaklaşımdır bu). Yine, her tecelli edişe (zâhir oluşa) karşılık gelen bir perde ve örtmenin de varlığı söz konusudur. Tecelliler açısın- dan insan küçük âlem', kâinat da 'büyük âlem'dir. Tasavvuf ch- linin önde gelen yorumcularına göre tecelli sürekli ve sınırsızdır; Allah'ın isim ve sıfatları sınırsız olduğu için tecellileri de sınırsız-dır. İbn Arabi'nin üzerinde çokça durulan bir görüşü de 'alemin, tecellinin ve yaratmanın sürekliliğinin bir sonucu olarak sürekli olarak her an- yenilenmekte olduğu görüşüdür.
Reklam
Ana ilkeleri itibariyle 'güzel ahlâk'ı edinmeyi, şüpheli olandan kaçınmayı ve hayatın ilim, edep ve takva ile süslenmesini hedefleyen, ibadetten ya da başarılan her hangi bir şeyden nefsin kendisine pay çıkarmasını engelleyici bir dikkat içinde olarak büyük savaş'ta kaybetmemeye azmetmenin ve Hakikat'e göre ve Hakikat ile yaşamayı seçişin yolu olarak bilinen tasavvuf", esası (hakikatı) itibariyle (ismi itibariyle değil) İslâm'ın ilk dönemlerinden beri va- rolan bir tutum ve yolun zaman içerisinde kazanmış olduğu bir isimdir. Bu yolun kavramlaştırıcısı ve kuramlaştırıcısı olarak gö- rülen Muhyiddin ibn Arabi, Abdülkerim Cili, Abdülkadir Gey- lani ve Abdülhalık Gücdevani, Häris el-Muhasibi ve Sadreddin Konevi gibi büyük isimler ve temsilcileri, zaman içerisinde birbi- rini destekleyen ve açan görüşlerini İslâm'ın iç inceliklerine vurgu yapan yorumlar olarak ortaya koydular. Bu görüş ve yorumların bir kısmı, tahmin edilebileceği gibi kainatın ve insanın yaratılı- şına ilişkindir. Zikrettiğimiz bu büyük isimlerin ortaya koymuş olduğu özgün yorumlar, zaman içerisinde ve doğal bir biçimde, kendisini tasavvuf anlayışına yakın hissedenlerin dünyaya bakış larının bir parçası haline geldi.
Yakın zamanda Urfa Göbekli Tepe'de keşfi yapılan ve kalın- tılarından M. Ö. 8000 öncesi yıllara ait olduğu tespit edilmiş ol duğu söylenen tapınak, hem niteliği ve hem de bilinen en eski yapı olması itibriyle özel olarak zikredilmeye değerdir. Aslında, bili- nen bu en eski -yaşlı- yapının bu kadar erken bir dönemde 'tapi- nak' olarak inşa edilmiş olması, ilgili arkeologları ve diğer ilgili 'bilim insanları'nı şaşırtmış görünmektedir. Oysa ki, insanın iba- det gibi temel bir misyonla yaratılmış olduğuna inananlar, insanla- rin en erken dönemde de olsa tapınak inşa etmiş olmasında yadır- ganacak bir şey görmezler; tersine, bu çok anlaşılabilir bir şeydir. Çünkü ilk insan olarak Hz. Âdem aynı zamanda kendisine pey- gamberlik misyonu verilmiş bir kişidir. Adem'in uzun ömrünün ardından oğlu Şit'e de peygamberlik verilmiştir. Dolayısıyla, in- sanlığın bu ilk birkaç bin yıllık döneminde de, en başından itiba ren, o günün şartları içerisinde dinin merkezî bir role sahip oldu- ğunu görmek zor olmasa gerektir. Geçimlerini ne şekilde sağlıyor olursa olsunlar (avcılık, ziraat, vd.), ibadetin (kulluğun) insanın temel varoluş sebebi olduğunu söyleyen Hakikat'ın çağrısını göz ardı etmedikleri sürece insanlar için ilk yaratılış döneminden iti- baren mâbedler (yapı özellikleri dönemsel ve bölgesel olarak fark- lılaşsa da) sosyal hayatın hep merkezinde olmuştur. Göbekli Tepe de bu gerçeğe işaret ediyor olmalı.
Ol Dedi Oldu Alem - Yaratılış ve Sonrası
Ol Dedi Oldu Alem - Yaratılış ve Sonrası
S.48
Akıl sahibi olan insanın yapmak istemekten kendisini alıkoyamayacağı bir yöneliştir gökyüzünü seyre dalmak; şehrin ışıklarıyla görme yetisinin azalmadığı bir ortamda açık havada geceleyin yıldızlar içinden ötele- rin de ötesini tasavvur çabası bir tür tesbih ve ibadet hâlidir. Geleneksel İslâm düşüncesi içinde yoğuruluş, kişiyi doğal bir biçimde kâinatı anlama ve belirsizlik perdelerini aralayarak belli ölçüde de olsa idrak etme çabası içerisine çeker.
Yılın belli bir bölümünde dünyaya en yakın gezegen!" olan Ve- nüs'ün dünyaya olan uzaklığı 38 milyon kilometre, Mars'ın dün- yaya en yakın olduğu dönemde uzaklığı yaklaşık 56 milyon kilo- metre ve dünyaya en uzak gezegen olan Neptün'ün ise 4,5 milyar kilometredir." Dünyaya en yakın 'kandil' (yıldız) olarak tespit edilmiş olan Alpha Centauri isimli yıldızın (aslında bir yıldız sis- temidir) ise dünyaya uzaklığının 4.1 ışık yılı (yaklaşık olarak 39 trilyon kilometre) olduğu ve varlığı tespit edilebilmiş olan İkarus¹2 isimli en uzak yıldızın ise 9 milyar ışık yılı uzaklıkta olduğu dik- kate alınırsa, sahip olduğu en modern teknolojik donanımla bile insanlığın gözlem ve incelemelerinin bu 'en yakın göğün' dışına uzanabilmesinin (uzaya yerleştirilmiş gözlem istasyonlarıyla bile) ne ölçüde imkânsız olduğu daha iyi idrak edilebilir. Modern bi- lim anlayışının ve aynı anlayış çerçevesinde şekillenmiş olan tek- nolojik gelişmelerin övüncünün parçası olan bu rakamsal ve ni- cel büyüklükler aynı zamanda onun ulaşabildiği ve ama çok da ilerisine geçmekte zorlanacağı sınırları gösteriyor olabilir. Astro-nomik birim ya da ışık yılı birimleriyle ifade edilen bu uzaklıkla rın ötesi için açıklayıcı bilgiler ya da işaretler sağlayabilecek olan şey belki de yeniden keşfedilmeyi bekleyen ve başlangıcında vahiy bulunan gelenekler içinden süzülüp gelmiş olan bilgilerle beslen- miş bir kutsal bilim'dir.
50 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.