Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Yorum

Necip G. isimli okurun asıl gönderisini gör
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Yine bir
Necip G.
Necip G.
incelemesini okumamla bitirmem bir oldu. :) Sık sık yazmaya fırsatın olmuyor olsa bile nadir de olsa kitapları senin yorum kültüründen okuyabilmek gerçekten de okurun aklında güzel bir iz bırakıyor. Sitede incelemesi olmayan bir kitaba inceleme bırakmış olman ayrıca bir değerli mesela. Belki de köy romanı okumak için arayışta olan biri bu incelemeye rastgelecek ve hiç tanımadığı isimler olan Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın gibileriyle tanışacak. Bu sitenin de değerli olmasının yanı tam olarak burası. Kitabı incelediğin için teşekkür ederim, sonda sorduğun güncel sorular için de birkaç cevap vermek istiyorum. Çünkü eski zamanın romanlarını yeni zaman ile karşılaştırınca ortaya bazı bulanık noktalar çıkabiliyor. 60'lı yıllardan sonra Türk romancılığı köydense daha çok şehre yönelmeye başladı. Bunun da en büyük sebebi demokratçılıkla birlikte yükselen doğalcılık akımı ve toplum oluşumlarının hızlanması. Bunun da en büyük habercisi Aylak Adam kitabıdır hatta. Belki de bu kadar çok şehir romanı yazılıyor olmasının sebebi, o şehir insanlarının köydeki üreticilerin ürettikleriyle büyümelerine rağmen bu gerçeğe nasıl kayıtsız kaldığını anlatabilmek içindir... Modern örneklerden biri olan Hasan Ali Toptaş'ın
Gölgesizler
Gölgesizler
romanı da bir köy romanıdır mesela. Senin de üstüne basa basa söylediğin gibi sadece köyü anlatan değil, köy gerçekleriyle ve sorunlarıyla da alt metinlerle birlikte yüzleştiren bir roman. Fakat sadece tek fark var, postmodern bir roman. 60'lı yıllardan sonra edebiyatta mesaj verme kaygısı yerini edebi kaygının altına saklanan mesaj verme kaygısına bıraktı. Ayrıca şehirleşmeyle birlikte yazarların önüne yazmak için çok daha fazla konu imkanı çıktı. Misal olarak Dostoyevski hiçbir zaman köy romanı yazmamış.
Stepançikovo Köyü ve Sakinleri
Stepançikovo Köyü ve Sakinleri
bile bir köy romanı değildir. Ama Puşkin köy gerçekçiliğini çok iyi anlatanlardan biriydi. Bunun da sebebi Puşkin'in yaşadığı çağda köylünün ve köy direnişinin öneminin daha yüksek olmasıydı. Sonraki Dekabrist Ayaklanması ve Rus Devrimi gibi siyasi olaylar dikkatlerin şehir üzerine toplanmasına sebep oldu. Bu örnekleri şunun için verdim, toprağımızın insanlarına yabancılaşıyoruz çünkü maalesef nesiller ve zamanın ruhu çok çabuk değişiyor. Edebiyatta yeni yazım tarzları keşfedilmek isteniyor. Bu yüzden de toplumcu gerçekçi ve salt köy romanının zamanının geçtiğini düşünüyorum. Fakat şehir bazlı yazılan romanlarda da bu "Köyden İndim Şehire" yabancılaşması
Sevgili Arsız Ölüm
Sevgili Arsız Ölüm
gibi romanlarda gözümüze çarpabiliyor. Bu romanın üzerinden bile 36 yıl geçmiş. Diyeceğim o ki, güzel bir konuya değinmişsin. Benim de çenemi açtın gördüğün gibi dostum. :) Zaman değişse de köylerin sorunları aynı kalıyor aslında, sadece üstüne ekleniyor. Yeni sorunları ve GDO'lu tohumları dayatan kravatlı beyleri de yazan olur umarım. Ama bu şehirleşme akımının bu zamanın ruhunda iyice yükselmesiyle kendisine sadık bir okur kitlesi edinmek isteyen yazarlar eminim ki tercihini yine de şehirli okur üzerinden kullanacaktır. Yalnız 4 ayda 1 inceleme yazmanı Tuco ile birlikte kabul etmiyoruz, lütfen daha sık yaz elinden geldiğince. Sevgilerimle...
Bu yorum görüntülenemiyor
Necip G. okurunun profil resmi
Oğuz çok teşekkür ederim bu güzel yorum için. İnşallah yeni yıl bir vesile olur da daha sık yazarız okuduklarımızdan bize kalanları... İncelemesi olmayan bir kitaba denk geldiğimde karşı koyamadığım bir dürtü ortaya çıkıyor:) Eskisi kadar çok zaman ayıramasak da 1k hala evimiz gibi... Herkes elinden geldiğince bir şeyler ekleme gayreti içinde... Yaptığın kısa ama konuyu gayet net özetleyen analiz için de teşekkürler. Benim sorduğum soru, senin yazdıklarınla genişlemiş oldu. Olayın kronolojik gidişatı ve senin kurduğun neden-sonuç ilişkilerine büyük ölçüde katılıyorum değerli dostum. Belki sadece ‘salt köy romanının zamanının geçtiğini düşünüyorum’ ifadene şerh koyabilirim. Gerçi onu da hangi anlamda yazdığını biliyorum. Ben edebiyatı biraz toprağa benzetiyorum. Sonsuz sınırsız bir ekim alanı var üzerinde. Asla tükenmiyor ve istediğini ekmekte serbestsin. Bu ‘x’in zamanı geçti veya zeitgeist artık bunu istemiyor’ tarzı fikirleri Metin Abi ile de tartışmıştık diye hatırlıyorum. Her alanda olduğu gibi edebiyatta da yeni keşifler elbette olacaktır. Herkesin edebiyattan beklentisi farklı. Kimi bu keşiflerin peşine düşmeyi sever kimi de klasik eserlerden ayrı bir tat alır. Kaldı ki, yüzyıllar öncesinin kitapları dahi bugün kendine okur bulabiliyor. Bir tekstil ürünü veya bir teknoloji ürünü gibi modası geçmiyor kitapların. O yüzden, bugün de işi ciddiye alıp yazacak birileri olsa, ister bunu klasik bir üslupla ister postmodern bir anlayışla yazsın, günümüzün köy romanlarının da kendi okurunu bulacağı kanaatindeyim. Bir Ege köyünü istila edip orayı kafe, restoran ve şarap evleriyle dolduran İstanbullu beyaz yakalıların hikayesinden tut da, çiftçiyi GDO’lu tarıma mahkum edenlerin, köyünü arazisini konut projesine çevirenlerin hikayelerine kadar yazacak, anlatacak o kadar çok şey var ki... Edebiyatı şehre sıkıştıran kitle ile edebiyatı bir tüketim nesnesine çevirmeye çalışan kitle aynı maalesef. Eğer bir roman yazarı da ‘ben köy romanı yazarsam kimse okumaz, insanlar şehir hikyeleri okumak istiyor’ diye yola çıkıyorsa, o zaman bu işlere hiç girmesin daha iyi... Talip Apaydınlar, Fakir Baykurtlar, Yaşar Kemaller bu kitapları yazarken zeitgeist nedir diye sorgulamadılar. Onlar bir yaraya nerhem olmanın, yerel bir derdi kitleye taşımanın peşinden koştular... Neyse dostum, gördüğün gibi benim de çenem açıldı:)) Bu tarz konuları yazarak ifade etmek de çok kolay değil biliyorsun. Özetin özetini yapmaya çalışıyoruz. İnşallah bir buluşmada daha kapsamlı münazara eder, fikir teatimizi yaparız... Tüm güzel düşüncelerin için tekrar teşekkür ederim. Selam ve sevgilerimle...
Yorum yapabilmek için giriş yapmanız gerekmektedir.