Oğuz çok teşekkür ederim bu güzel yorum için. İnşallah yeni yıl bir vesile olur da daha sık yazarız okuduklarımızdan bize kalanları...
İncelemesi olmayan bir kitaba denk geldiğimde karşı koyamadığım bir dürtü ortaya çıkıyor:) Eskisi kadar çok zaman ayıramasak da 1k hala evimiz gibi... Herkes elinden geldiğince bir şeyler ekleme gayreti içinde...
Yaptığın kısa ama konuyu gayet net özetleyen analiz için de teşekkürler. Benim sorduğum soru, senin yazdıklarınla genişlemiş oldu. Olayın kronolojik gidişatı ve senin kurduğun neden-sonuç ilişkilerine büyük ölçüde katılıyorum değerli dostum. Belki sadece ‘salt köy romanının zamanının geçtiğini düşünüyorum’ ifadene şerh koyabilirim. Gerçi onu da hangi anlamda yazdığını biliyorum.
Ben edebiyatı biraz toprağa benzetiyorum. Sonsuz sınırsız bir ekim alanı var üzerinde. Asla tükenmiyor ve istediğini ekmekte serbestsin. Bu ‘x’in zamanı geçti veya zeitgeist artık bunu istemiyor’ tarzı fikirleri Metin Abi ile de tartışmıştık diye hatırlıyorum. Her alanda olduğu gibi edebiyatta da yeni keşifler elbette olacaktır. Herkesin edebiyattan beklentisi farklı. Kimi bu keşiflerin peşine düşmeyi sever kimi de klasik eserlerden ayrı bir tat alır. Kaldı ki, yüzyıllar öncesinin kitapları dahi bugün kendine okur bulabiliyor. Bir tekstil ürünü veya bir teknoloji ürünü gibi modası geçmiyor kitapların.
O yüzden, bugün de işi ciddiye alıp yazacak birileri olsa, ister bunu klasik bir üslupla ister postmodern bir anlayışla yazsın, günümüzün köy romanlarının da kendi okurunu bulacağı kanaatindeyim. Bir Ege köyünü istila edip orayı kafe, restoran ve şarap evleriyle dolduran İstanbullu beyaz yakalıların hikayesinden tut da, çiftçiyi GDO’lu tarıma mahkum edenlerin, köyünü arazisini konut projesine çevirenlerin hikayelerine kadar yazacak, anlatacak o kadar çok şey var ki...
Edebiyatı şehre sıkıştıran kitle ile edebiyatı bir tüketim nesnesine çevirmeye çalışan kitle aynı maalesef. Eğer bir roman yazarı da ‘ben köy romanı yazarsam kimse okumaz, insanlar şehir hikyeleri okumak istiyor’ diye yola çıkıyorsa, o zaman bu işlere hiç girmesin daha iyi... Talip Apaydınlar, Fakir Baykurtlar, Yaşar Kemaller bu kitapları yazarken zeitgeist nedir diye sorgulamadılar. Onlar bir yaraya nerhem olmanın, yerel bir derdi kitleye taşımanın peşinden koştular...
Neyse dostum, gördüğün gibi benim de çenem açıldı:)) Bu tarz konuları yazarak ifade etmek de çok kolay değil biliyorsun. Özetin özetini yapmaya çalışıyoruz. İnşallah bir buluşmada daha kapsamlı münazara eder, fikir teatimizi yaparız...
Tüm güzel düşüncelerin için tekrar teşekkür ederim. Selam ve sevgilerimle...