Nitekim bir bilge kişi, bir adama şöyle der:
"Sana iki beyit öğreteceğim ki, bu iki beyit on bin dirhem değerinden çok daha hayırlıdır."
"Eğer geceleyin konuşursan konuşma yüksek sesle
Gündüz ise konuşmadan önce şöyle bir çevrene bak önce, hevesle
Bir kez söz ağızdan çıkmamış olsun dikkat et İster iyi, ister kötü olsun geriye dönüşü yok sözün, gayret et."
Rivayeti anlatan kişi diyor ki, bu tür hâl-hatır sormalar ve selâmlamaların başlangıç dönemi, Umvas denilen Şam civarına yakın bir yerde salgın hâlinde başgösteren veba hastalığından sonra yaygınlık kazanmış, selâmın yeri böylece unutulmuştur. Çünkü hastalık yüzünden öylesine ölümler artmıştı ki, ister istemez halk birbirlerine, bu hastalık sebebiyle, karşılaştıklarında "Geceni nasıl geçirdin, nasıl sabahladın?" diye sorar olmuşlar. Yani veba hastalığından ötürü "Hâlin, sağlığın ne durumdadır?" derlerdi. Eğer akşamleyin karşılaşırlarsa, "Günün nasıl geçti, akşamı nasıl edebildin?" derlerdi.
Bunların anlatılma sebebine gelince; bilindiği üzere insanlar herhangi bir zamanda birbirleriyle karşılaştıklarında hâl hatır sorarlar ama çoğu zaman da bunu yapmacık, gösteriş ve nifak alameti olarak yaparlar ki, bütün bunlar yanlış davranışlardır ve yergiyle karşılanmıştır. Dolayısıyla, uzlet hayatında yani yalnızlıkta olan kişi bütün bunlardan kendisini kurtarmış olacaktır.
Abdullah b. Zeyd: "Ne mutlu o kimseye ki, dünya hayatında yaşıyor ama yaşantısı ahiret hayatının yaşantısıdır." der. Kendisine, "Böyle bir şey nasıl olabilir?" diye sorulduğunda, şöyle cevap verir: "Dünyada iken hep Allah'a yakarır, münacatta bulunur ve yarın kıyamet gününde Allah'a komşu olur."
Yine Rasulullah (sav) şöyle buyuruyorlar: "Doğrusu Allah, takva sahibi, zengin ve kendini gizleyen kulunu sever." ....
"Doğrusu Allah, takva sahibi, zengin, ... kulunu sever" ifadeleri de şöhret delisi olmamayı, sade ve sakin bir hayatı tercihi dile getiriyor. Dolayısıyla bu, uzletle bağlantılı değildir. Çünkü nice tenhaya çekilen, uzlet hayatı yaşayan rahipler var ki, kendisini neredeyse tanımayan yoktur. Nice halk arasında kalan ve fakat kendi hâlinde bir hayat sürdürenler de var ki, hiç de şöhretleri, isimleri yoktur.
Tedai-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır. Onda mes'uliyet yoktur. Hem tedaide, mücaveret var; temas ve ihtilat yoktur. Onun için, efkârın keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez.
Ey kimsesiz, garib, bîçare hasta! Hastalığınla beraber kimsesizlik ve gurbet, sana karşı en katı kalbleri rikkate (acıma) getirirse ve nazar-ı şefkati (şefkatli bakış) celbederse; acaba Kur'anın bütün surelerinin başlarında kendini Rahman-ur Rahîm sıfatıyla bize takdim eden ve bir lem'a-i şefkatıyla (şefkat parıltısı) umum yavrulara karşı umum vâlideleri, o hârika şefkatıyla terbiye ettiren ve her baharda bir cilve-i rahmetiyle zemin yüzünü nimetlerle dolduran ve ebedî bir hayattaki Cennet, bütün mehasiniyle (güzellikleriyle) bir cilve-i rahmeti olan senin Hâlık-ı Rahîm'ine iman ile intisabın ve onu tanıyıp hastalığın lisan-ı acziyle niyazın, elbette senin bu gurbetteki kimsesizlik hastalığın, herşeye bedel onun nazar-ı rahmetini sana celbeder. Madem o var, sana bakar, sana herşey var. Asıl gurbette, kimsesizlikte kalan odur ki; iman ve teslimiyetle ona intisab etmesin veya intisabına ehemmiyet vermesin.
DOKUZUNCU DEVA:
Ey Halık'ını tanıyan hasta! Hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise; hastalık bazan ölüme vesile olduğu cihetindendir. Ölüm, nazar-ı gaflet ve zahirî cihetinde dehşetli olduğundan, ona vesile olabilen hastalıklar korkutuyor, telaş veriyor.
Evvelâ bil ve kat'ī iman et ki: "Ecel mukadderdir, tegayyür etmez." Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.
Biz durduğumuz yerde durursak vatan da geri kalacak, kendini kuşatan gelişmiş kuvvetler arasında kalıp ezilecektir. Çalışın ki vatanperver olabilesiniz.
Harp meydanında gösterdiğiniz cesareti günlük çalışmalarınızda, hayat mücadelesinde de gösterin. Teşebbüslerinizde cesur ve sabırlı olun. Muvaffak oluncaya kadar yorulmak bilmez bir gayretle, sağlam bir iradeyle sürekli olarak çalışın. Vatan bunları emrediyor.
Kendi içinde iyi hissetmek, içi sevgiyle dolu bir kuyuya sahip olmaya benzer: Başkalarına verecek çok şeyimiz olur. İçimizde kendimize karşı nefret ve güvensizlik varsa, başkalarına da sadece bunları verebiliriz.
Eğer manevi bilgi bizi sertleştiriyorsa bu, ilmin kalbe nüfuz etmediği anlamına gelir. Oysaki Allah'ın nuru gerçekten kalplerimize girdiğinde bizi değiştirir, yumuşatır ve davranışlarımızı ve hayatımızı dönüştürür.
"Hayattan tam mânâsıyla istifade etmek isteyenlerin çalışmalarına sabit bir dikkat ve daimi bir çaba eşlik etmelidir. Çalışmalarınıza dikkatinizin yalnızca yarısını verirseniz, sarf edeceğiniz vakit iki misli fazla olur."
Sir John Lubbock
Beyin, mutlak bir hâkimiyete değil, meclisle idare edilen hükümet gibi meşrutî bir otoriteye sahiptir; görünüşte amir ve idareci beyindir, hükümettir; fakat hakikatte o toplumu oluşturan fertlerdir, hücrelerdir. İçki veya sigara bağımlısı biri, içki veya sigara içmek fiilinde iradesine sahip değildir, alışkanlığının esiridir.