taş üzerine Cartier diye birinden bir alıntı kazınmıştı: "Tanrı insanlarla konuşmak istese Haydn'ın müziğinden yararlanırdı, ama müzik dinlemek istese, hiç kuşkusuz Boccherini'nin müziğini seçerdi". Evet, Boccherini tıpkı Mancini gibi bana da her gittiğim yerde eşlik eder.
Sayfa 303 - VI GölgeKitabı okudu
Nihayet kolunu havaya kaldırıp parmaklarını iki kere şıklattığını gördüm; garson çağırmanın artık eskimiş olan, küçümseyici bir şekli. "Bir bira daha söylemez herhalde," diye düşündüm, "iki boş bardak var zaten önünde." Neyse ki hesap ödemek için çağırmıştı garsonu; pantolon cebinden para çıkardı (ben de paralarımı bu şekilde, cüzdansız taşırım) ve banknotlardan birini masanın üzerine bıraktı; biz eski Madridliler öyle yaparız: Paranın asla nötr bir bölgeye uğramadan, doğrudan elden ele geçmemesi gerekir. Garsonu tanıyordu; bu da artık züppelik olarak görülen parmak şıklatma hareketini iyice kaba kılıyordu; garson paranın üstünü verirken (o da masanın üzerine bıraktı parayı) kitapçılara yaptığı gibi onun da koluna hafifçe vurdu; belki aperitifini her gün El Anciano Rey de los Vinos'ta alıyordu. Giderken garsona bir şey söyledi, o da Méndez'dekiler ve püsküllü General Custer ya da Binbaşı Crockett kıyafetli genç kadın gibi içtenlikle güldü; adam esprili bir tipti belli ki.
Sayfa 304 - VI GölgeKitabı okudu
Reklam
Plaza de la Villa'ya vardığımda durup Custardoy'un bakmış olduğu heykele iyice baktım: Don Álvaro de Bazán ya da Santa Cruz Markisi; gördüğüm heykeller arasında en az çirkin olanıydı galiba. Heykelin arkasına dolandım, kaidenin üst kısmında bir yazı vardı: "İnebahtı'da yırtıcı Türklere, Terceira'da Fransızlara, bütün denizlerde İngilizlere dehşet saçtım. Hizmet ettiğim kralım ve onurlandırdığım vatanım söylesinler kim olduğumu, soyadımdaki,* kılıcımdaki haçla." "İspanyollar hep böyle farfara," diye düşündüm, hâlâ kendimi çok yabancı hissederek, "onlardan ders almalıyım ki düşmanlarımın, 'Gidiyorum, muzaffer İspanyol, şimşek ve ateş, senden ayrılıyorum. Ayrılıyorum artık sizden, güzel kırlar, titreyerek ayrılıyorum İspanya'dan...' diyerek kaçtığına inanayım. Onlar karşılarında o kadar kolay kaçmayacak bir hemşerileri bile olsa hep bundan emindirler. Custardoy'la ben hemşeriyiz." Amiral kolunu uzatmış, elinde bir şey tutuyordu. Ne olduğu pek seçilemiyordu, rulo halinde bir harita da olabilirdi, daha büyük ihtimalle amirallik sancağı da. Öteki eliyle, sol eliyle, tek başına poz vermiş Kont'un resmindeki kılıç gibi kınına sokulmuş kılıcının sapını tutmuştu. "Bu eski sokaklarda çok fazla kılıç da var," diye düşündüm. * Cruz: haç -ç.n.
Sayfa 305 - VI GölgeKitabı okudu
İnsan bazen ne yapmak istediğini ya da ne yapması gerektiğini, hatta ne yapmayı düşündüğünü veya neyi yapacağının neredeyse kesin olduğunu bilir, ama ayrıca birilerinin bunu söylemesine, doğrulamasına, tartışmasına ya da onaylamasına ihtiyaç duyar; bir bakıma sorumluluğu bir ölçüde üstünden atmak ya da hafifletmek veya paylaşmak için bir taktiktir
Sayfa 309 - VII VedaKitabı okudu
"Look, Jack, just deal with him," dedi Tupra. "Just make sure he's out of the picture." İngilizce bunları söyledi; o zaman anadilimin İngilizce olmadığına müthiş hayıflandım; çünkü bir İngilizi bilemem ama benim için çok muğlak sözlerdi, istediğim netlikte anlamıyordum bu cümleleri; bana "Just get rid of him" ya
Sayfa 312 - VII VedaKitabı okudu
Ama insan nereye çekeceğini bilemediğinde ve kesin bir bilgiye ihtiyacı olduğunda dil zordur, çünkü neredeyse her zaman mecazi ya da semboliktir.
Sayfa 313 - VII VedaKitabı okudu
Reklam
541 öğeden 361 ile 370 arasındakiler gösteriliyor.