Söylediklerim kendimi tedavi etmeye mi yönelik, anlamaya mı, avutmaya mı, yoksa zamanı farkına varmadan ağrısız geçirmeye mi, ya da bu farkına varılmış bir zamanın yankısı mı hiç bilemedim.
Gözyaşlarım sadece ruzgârdandı. Ağlamıyordum, Doğu 'yla Batı arasında, hatta iki aşk arasında bile bir köprü olmadığını anladığım hâlde bile ağlamıyordum.
"Ağaçların dünyası aklımı karıştırıyor, efendim. Korkutucu ve bilinmezlikler, hayaletler ve şeytanlarla dolular. Görüş açısını daraltıyorlar. İçi karanlık. Gün ışığı ağaçların gölgesinde kayboluveriyor. Alacakaranlıkta her şey gerçek dışı görünüyor. Hayır, ağaçları sevmiyorum. Ormanların gölgesi beni bunaltıyor ve dalların hışırtısı beni hüzünlendiriyor. Ben rüzgâr, kum ve kayalıklar gibi basit şeyleri seviyorum. Çöl bir kılıç darbesi gibi basit. Ama orman bir kördüğüm gibi karmaşık. Ormanda kendimi kaybediyorum efendim. "