Kitabın her sayfasının, neredeyse her cümlesinde Zeze'mizin dayak yediğini görebiliyoruz ve bu da beni deli eden kısım. Yanlış hatırlamıyorsam "İki unutulmaz dayak" bölümünde babasının attığı dayak kısmında öylesine ağladım ki hatırladıkça kusarak ağlayasım geliyor tekrar tekrar. Hiçbir ama hiçbir çocuk böylesine dayak yemeyi, küçük düşürülmeyi, değer verilmemeyi hak etmiyor. Adı üstünde "ÇOCUK". Zeze'nin çocuk olmadan büyümesidir onu böyle zeki, böyle ince ruhlu yapan. Evet "Günün birinde acıyı keşfeden, sevgiden yoksun bırakılan" bir çocuğun kendini başkasıyla tamamlama öyküsüdür bu. Portuga'dan başta nefret etse de kim bilebilirdi ki aralarında böylesi bir dostluğun, sevginin, baba-oğul ilişkisinin olacağını...
Ayrıca Zeze bize her şeyi sorgulamamız gerektiğini öğretiyor, yani en azından bana öğretti. Kitabın her yanını öyle çok çizdim ki sadece beğendim yerleri ya da düşündüğüm kısımları değil bilmediğim kelimelerin, şehirlerin, isimlerin altına kadar çizdim.
Bir ara okurken Şeker Portakalı'nı (Minguinho) bir arkadaşıma benzettim ve değeri de bin kat daha da arttı bu kitabın.
Kitabı ilk kez değil ikinci kez okudum çünkü ilkinde bir hayli küçüktüm ve Zeze'nin isminden başka hiçbir şey hatırlamıyordum. Bu okuyuşumda baya darbe yedim haliyle.
Okumayan herkese okumasını önerir, okuyan kişilerin de tekrarlamasını dilerim...