Sonunda şu fikre vardık ki, güçlü olmak denen şey, çaresizlikten doğuyor. Işığın, karanlığı beyaza boyaması gibi bir şey... Karanlık olmazsa ışığı hissedemeyiz ki...
" Fark ettim ki insan çoğu şeyle mücadele edebilir, ama seveceği kişiye asla kendi karar veremez. Kalbin seçtiği kişiyi, istese de değiştiremez. Korkarım, bu hayatımda yaşadığım en büyük felaket olacak "
" Kırk kuraldan ilkidir hâlbuki" dedim usulca. "Birinci kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığınızı, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir. "
"... Onunla ilgili bir gerçeği görmeni istiyordum, gerçek cesaretin ne olduğunu görmeni istiyordum, gerçek cesaretin eli tüfekli bir adamla ilgisi olmadığını. Daha başlamadan yenildiğini bile bile başlamak ve her ne pahasına olursa olsun sonuna kadar devam etmek olduğunu. Nadiren de olsa bazen kazanırsın. Bayan Dubose kazandı, kırk sekiz kilosunun kırk sekizini de kazandı. Hiç kimseye, hiçbir şeye bağımlı olmadan öldü. Hayatında tanıdığım en cesur kadındı."
"O bana bakarken bile, hiçbir şey söylemeden, sadece bakışlarıyla seviyordu beni. Bu nasıl bir şey, ben daha önce hiç yaşamadım ki... Hayatında ilk kez şeker yiyen bir çocuk gibi işte... Tadına bayıldım. Hâlâ da bayılıyorum ya!."
Çocukluğunda anneannesinin anlattığı bir Süleyman Peygamber kıssasını hatırladı. Kuş dilini bilen Süleyman Peygamber'e bir gün bazı kuşlar gelip " Serçe senin aleyhinde atıp tuttu! Neler söyledi neler!" Demiş.
Süleyman Peygamber, " Bu sözleri söylerken yanında dişisi var mıydı?" Diye sormuş.
"Evet, vardı!" Cevabını vermişler.
Bunun üzerine, "Bırakın o zaman" demiş, "aldırmayın. Normaldir bu."
"Ne öğrendiysem, hangi deneyimi yaşadıysam, hangi çıkmaz yollara sapmışsam, ne kadar hata yapmışsam inan ki her şey sadece ama sadece sana gelebilmek içinmiş. Sanki kader diye bir şey var ve sürekli beni sana, seni de bana hazırlamış..." Dedim bu kez dudaklarındaki tuzlu nemle susturdu beni.
Umut mu? En zor zamanında yeniden açan bir karçiçeği gibidir...
Bir gülüş, tüm dünyayı bir anda temizleyiverir.
Ben, işte bu yüzden en çok ellerini hatırlıyorum onun; o gün beni kuyudan çekip çıkaran ellerini.
Kaçmak...
Evet, bizi en iyi tanımlayan şey bu!
Kaçmak ve unutmak!
"Kendine inanmayan bir insan başkasına inanır mı? Kendini sevmeyen insan başkasını sevebilir mi? Hayır..." Dedi.
"Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için ?"
Tütünümü, anahtarımı aldım, evden tam çıkıyorum, bir şeyin eksik olduğunu, eksik olanın ruhum olduğunu fark ettim. Önemsemedim. Yol, bana uygun bir ruh önerebilirdi...
Sevene yılan bile dokunmaz. Bu büyük ve önemi sözü daha duymamış olabilirsin. Çünkü az önce ben uydurdum. Ama bir gün kalbi olan herkesin bu sözü benimseyeceğine inanıyorum...
Kendi kendimin yanına geçmeye hazırlanıyordum. Önce kendimi bulmam lazımdı. Ara ki bul, nerede, kim, bir ömür aramışsın şimdi mi bulacaksın ?. Tabi ki şimdi bulacaktım, şimdimi şimdi bulacaktım.