Oysa herkes öldürür sevdiğini,
Bunu böyle bilin,
Kimi hazin bir bakışla öldürür,
Kimi latif bir sözle,
Korkaklar öperek öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!
Zeka özürlü bir adam da, diğer adamlar gibi olmak ister.
Bir çocuk kendisini beslemeyi veya ne yemesi gerektiğini bilemeyebilir, ama onun da karnı acıkır.
Kendini yere atmaya bakardı, ama kimse yere atmazdı kendini. Cesaret değildi tam olarak; amaç kahramanlık değildi. Korkak olamayacak kadar korkmalarıydı nedeni daha çok.
Çevremizdeki hiçbir şey yaşlanacak kadar uzun ömürlü değildi, son sürat yenileriyle değiştiriliyor, yenileniyorlardı. Hafızanın onları yaşamın belli anlarıyla eşleştirecek zamanı olmuyordu.
"Dünya savaşları kendi seyrinde gidiyordu. Onlara gösterilen ilgi ne kadar uzakta oldukları ve ne kadar sürdükleriyle ters orantılıydı, bu ilgi özellikle de başroldekilerin Batılıların olup olmamasına göre değişiyordu."
Görmek ile bakmak, tartmak ile tanımak, toz almak ile temizlemek, leke çıkarmak ile yıkamak, yemek yapmak ile pişirmek, okumak ile yazmak arasında fark vardır, herkes kendi hızında yaşamayı seçer: ben canlıyım. Hem de capcanlı.
Her şey bir saniye içinde silinip gidecek. Beşikten ölüm döşeğine dek derlenen sözlük tarihe karışacak. Suskunluğa bürünecek her şey ve onu anlatacak bir sözcük olmayacak.
Bana hep garip gelen, gözyaşların doğmadan önce programlaşmış olmasıdır. Bu demektir ki ağlayacağımız önceden saptanmış. Bunu hiç düşündünüz mü? Kendine saygısı olan hiçbir yaratıcı yapmaz bunu.