İnsanın sevdiğine sahip olma tutkusu aşkın kendinden ağır basmaya başladığı an, bu aşk değildir artık. Aşk yaşamdan güçlü olamaz, özgürlükten yoksun olarak da varlığını sürdüremez.
Başkasının bize kurduğu düzeni bir vakitler ne kadar yadırgadıysak, bir yaştan sonra, kendimize kurmuş olduğumuz düzeni de bir o kadar aykırı bulmaya başlarız galiba. İşin tuhafı, o düzenin rahatlığıdır bizi tedirgin eden.
İnsanın bir zamanlar farkında olduğu bir dirim dengesi ortaklığının yerini, sömürücülüğün, ya da, daha kötüsü, aldırışsızlığın da ötesinde bir bakar körlüğün almış olmasını ürkünç buluyorum.
Sessiz filmlerin çoğunun, hiç bir hikayesi olmazdı. Şiir gibiydi onlar, düşlerin yorumu, ruhun karmaşık bir koreografisi gibiydiler; artık var olmadıkları için şimdi bize, kendi dönemlerindeki seyircilere olduğundan çok daha derinden hitap ediyorlardı.
Biz bu filmleri geniş bir unutulmuşluk uçurumunun karşı kıyısında seyrediyorduk,
Bizi onlardan ayıran şeyler, aynı zamanda onları en albenili yapan şeylerdi: sessiz oluşları, renksiz oluşları, düzensiz, hızlandırılmış ritimleri. Bunlar birer engeldi, seyretmemizi güçleştiriyorlardı, ama aynı zamanda imgeleri, bir şeyleri temsil yükünden kurtarıyorlardı.
Bizimle film arasında duruyorlardı, bu yüzden, gerçek dünyaya bakıyormuşuz numarası yapmamıza gerek kalmıyordu.