Beni dinleyin şair, dedi. Size galiba hiç bilmediğiniz bir doğa sırrı açmak istiyorum. Bana şu anda günahkâr, belki alçak, ahlâksız, akılsız dediğinize eminim; ama imkân olsaydı da (ki insan doğası için kesinlikle mümkün değildir) herkes, hepimiz, benliğimizin en gizli köşelerini olduğu gibi açığa vurabilseydik. Başkalarına, hatta en yakın dostlarına, sırası gelince kendine bile itiraf etmekten çekindiğin ne varsa hepsini korkmadan ortaya dökebilseydin! O zaman dünyayı saracak pis kokudan hepimiz boğulurduk.
Kadınları salt insani zenginlikleri içinde kavramanın, hep cinsiyetleri açısından bakmaktan, hep yarı şematize ederek görmekten kaçınmanın bu kadar zor olması ne tuhaftı.
Sayfa 35 - Türkiye iş bankası kültür yayınlarıKitabı okudu
Sence halkın ezici çoğunluğu hakikatin ne olduğuna aldırıyor mu? Umurlarında bile değil! Sadece rahat bırakılmak ve hayal güçlerini besleyecek masallarla kandırılmak istiyorlar. Peki ya adalet? Şahsi ihtiyaçları karşılandığı müddetçe onlar için bu kavramın da zerre kadar ehemmiyeti yok.
...
Hırsla çakarım kibriti,
İlk nefeste yarılanır cıgaram,
Bir duman alırım, dolu,
Bir duman, kendimi öldüresiye.
Biliyorum, "sen de mi? " diyeceksin,
Ama akşam erken iniyor mapushaneye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya...
Bir kişinin belli bir gruba ait oluşunu belirleyen şeyin temelde başkaları olduğu ne kadar doğrudur; onu kendilerinden yapmaya çalışan yakınlarının -akrabalar, memleketliler, dindaşlar- etkisi ve onu dışlamak için uğraşan karşı kamptakilerin etkisi. Her birimiz, itildiğimiz, bize yasaklanan ya da tuzaklar kurulan yollar arasından kendine bir yol açmak zorunda; birdenbire kendimiz olamayız, ne olduğumuzun "bilincine varmakla" yetinmeyiz, neysek o oluruz; kimliğimizin "bilincine varmakla" yetinmeyiz, onu adım adım kazanırız.
Bana "içimin derinliğinde" ne olduğum sorulduğunda, bunda herkesin "içinin derinliğinde" ağır basan tek bir aidiyetin, bir bakıma "kişinin derin gerçekliğinin", doğarken ebediyen belirlenen ve artık değişmeyecek olan "öz"ünün var olduğu inanışı yatıyor; sanki geri kalanın, bütün geri kalanın -özgür insan olarak katettiği yolun, benimsediği inanışların, tercihlerin, kendine özel duygusallığının, yakınlıklarının, sonuçta yaşamının- hiçbir önemi yokmuş gibi.
ESTRAGON: Madem ki susmasını beceremiyoruz, beklerken sakin konuşmaya çalışalım.
VLADIMIR: Haklısın, biz tükenmeyiz.
ESTRAGON: Düşünmeyelim diye.
VLADIMIR: Özrümüz var.
ESTRAGON: İşitmeyelim diye.
VLADIMIR: Nedenlerimiz var.
ESTRAGON: Bütün ölü sesleri.
VLADIMIR: Kanat çırpar gibi bir gürültü çıkarır.
ESTRAGON: Yapraklar gibi.
VLADIMIR: Kum gibi.
ESTRAGON: Yapraklar gibi.
"Her insanın ölümü kendine aittir ve herkes kendi tarzını belirleyebilmelidir. Belki, yalnızca belki, insanın yaşamını elinden almaya ilişkin bir hak düşünülebilir. Ama insanın ölümünü elinden almaya kimsenin hakkı yoktur. Bu rahatlatma değildir! Acımasızlıktır!"
Yaşamımın giderek geri dönülmez bir biçimde daralan bir dehlize dönüşmekte olduğunu kime anlatabilirdim? Çektiğim işkenceyi, uykusuz gecelerimi, intiharla flört etmemi kim anlayabilirdi?
Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz ?
Aslına bakarsanız zenginler fakir insanların kaderleri konusunda yüksek sesle yakınmalarından hiç hoşlanmazlar. Onların kendilerini rahatsız ettiklerini, problem çıkardıklarını söylerler! Evet gerçekten de fakirlik sorundur. Belki onların karın gurultuları zenginleri uykularından uyandırır.
Canım D.