Uğranılan haksızlıklara ve hakaretlere koyun gibi tahammül etmemek insanlığın başlangıcıdır evlât… Daima söylerim ya… Toysun… Bu hayatta nezaket sökmez.
Fakat akşam üstleri gayriihtiyarî, insanın omuzlarına bir ağırlık çöküyor, ortalık kararıyor: "Bir gün daha geçti. Bu, hep böyle mi geçecek?" diye mahzun bir düşünceye kapılıyor. Bu düşüncenin bazen derinleştiği, gece yarılarına kadar devam ettiği de oluyor.
O yaşlıydı, berikiler genç; o zayıf, berikiler besili; o sıkıcı,
berikiler neşeli. Demek oluyor ki büsbütün yabancıydı, eldi,
başka türlü bir varlıktı, ona acımak bile mümkün değildi.
Acı da verse hoşlanmadığımız kendimizle yüzleşebilmeli ve bu yüzden asla kendimizi lanetlememeliyiz. Kendini lanetlemek ya da kendine acımak insanın sorumluluklarını görebilmesini engeller. Güçlülük, yürekli olmayı gerektirir. Yüreklilikse insanın kendi gerçekleriyle yüzleşebilmesini içerir. İnsanın kendine yabancılaşması pahasına kazanılan güç, gerçek güç değildir. Güçsüzlüğümüzü yaşayabilecek yürekliliği gösterdiğimiz bir anda biri bizi küçümserse, bu onun sorunudur. Aslında için için aynı yürekliliği gösterebilmiş olmayı o da ister, ama abartılmış gururunun tutsağı olduğu için bunu göze alamaz. Bazı insanlar, kendimizi dürüstçe yaşadığımız zaman, diğerlerinin bu "açık"tan yararlanarak bizi devirmeye çalışacakları görüşünü savunurlar. Oysa bir insan ancak kendi içinde devrikse başkaları tarafından devrilebilir.