Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gülhan ÜNLÜSOY

Gülhan ÜNLÜSOY
@birkitapbinhazine
Insanlar için umutsuzluk denilen sey imkânsizdir. Insanlar genellikle umutla kandırılır; ama aynı zamanda "umutsuzluk" kavramiyla da aynı şekilde kandırılırlar . Bunu açıkça ifade edeyim. İnsanoğlu mutsuzluğun derinliklerine düstügünde bile birazcık bir umut ışığını el yordamiyla arayip durur. Bu Pandora'nin kutusundan beri Olimpos'un tanrıları tarafından belirlenmiş bir gerçektir. İyimserlikten ya da karamsarliktan bahseden veya üstten bakarak kendilerini övüp duranlar, özellikle de çok hevesli olanlar, kiyida geride bırakılır
Reklam
O günden beri kendimi yeni yapilmis, büyük bir gemideymişim gibi hissediyorum. Bu gemi nereye gidiyor acaba? Bunu ben bile bilmiyorum. Hala, sanki düşten bir sahne gibi geliyor. Gemi usulca kiyidan ayrılıyor. Bu rotanin dünyada hic kimsenin tecrübe etmediği ,tamamen yeni, bakir bir rota olduğuna dair belli belirsiz bir önsezi duyuyorum. Ancak şimdilik yeni, büyük gemiyle karşılanıp cennetteki bir rotanin insafina kendimi bırakarak usulca ilerliyorum. Beni yanlış anlama. Ben hiçbir sekilde umutsuzluğun son raddesindeki bir nihiliste dönüsmüs falan degilim. Bir geminin kalkisinin nedeni ne olursa olsun, her zaman bizlere bir tür belirsiz bir umut hissettirir. Bu antik çaglardan beri değişmeyen, insanin doğasına ait bir şeydir. Yunan mitolojisindeki Pandora'nin kutusu hikâyesini bilirsin. Açılmaması gereken kutu açılır açılmaz hastalık, keder, kıskançlık, açgözlülük, şüphe, ihanet, açlık ve kin gibi akla gelebilecek her türlü kötülük ve ugursuzluk kutudan sürünerek kaçmış, gökyüzünü kaplayarak uçup gitmiş. Bundan sonra, insanlar ne yazik ki sonsuza kadar sefalet icinde acı çekip kıvranmak zorunda kalmış. Ancak kutunun kösesinde haşhaş tanesi kadar küçük, parildayan bir tas kalmis ve tasin üzerinde belli belirsiz "umut" kelimesi yazılıymış.
O anda, Nemecsek' in basina, bütün hastalığı boyunca hic yasamadigi bir sey geldi. Arsa' dan sonsuza dek ayrılacağını düşününce gözleri yaşardı. Ama üzüntüden degil öfkeden ağlıyor, öfkesi onun bir daha Pal Sokağı’na gitmesini, barakanın önünde ya da kalelerin dibinde oynamasini engelleyen o büyük güc karsısında duydugu caresizlikten kaynaklanıyordu. Şimdi, hayalinde tomruk kesme makinesinin bulundugu kulübe, arabaların durdugu baraka, Csele için yapraklarinı topladigi iki dut ağacı canlaniyordu. Csele, ipek böcegi yetiştirmeye meraklıydı ve ipek böcekleri dut yapragiyla beslenirdi. Csele kiyafetine aşırı özen gösteren bir cocuk olduğundan, üstü basi kirlenir diye agaca çıkmak istemez, bu işi nefer oldugu için ona yüklerdi. Nemesek, masmavi gökyüzüne kisa bir süre icinde görünmez olan kar beyazi dumanlar püskürten ince demir bacayı düsündü. Buharlı tomruk kesme makinesinin görevini yaparken çikardigi o tanidik gicirtıyıda duyar gibiydi.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
“Çalışmak için şundan daha önemli bir kural yoktur: Age quod agis. Yani her seyi sırayla, iyi bir şekilde, acele etmeden ve tahrik etmeden yapmak.”
“Yaptigimiz her işi, asla bir daha geri dönmek zorunda kalmadan, son hâliymis gibi yapmak, olaganüstü bir zaman tasarrufu kazandirir.”
Reklam
“İki nedenden dolayı yatakta fazla vakit gecirmemek gerekir: ilki, alışkanlık yüzünden istirahat için gerekli olandan daha fazla yatildigi zaman uykunun kanı kalınlaştırabileceğidir. Bu durumdaki kişi sersemler, tembelleşir, kötü bir ruh hâline kapılır ve tüm sabahı mahvolur. Üstelik kolayca üşür ve bundan hâliyle etkilenebilir. Ancak bu, abartılı uykunun en ciddi sonucu degildir. Geç saatlere kadar uyuyan veya yatakta sık vakit geciren her ögrencinin, istisnasiz sekilde zayıflatıcı alışkanlıklara kapılacağı, elden ayaktan kesileceği mutlak bir kural olarak ifade edilebilir. Sabahları yatakta ne kadar zaman oyalandiginizi bana söyleyin, ben de size ne kadar ahlaklı oldugunuzu söyleyeyim.”
"O şarkıyı biliyor musun, hani, "Yakalarsa birini biri, çavdarlar arasında," diye? Ben iste...” "O öyle degil, "Rastlarsa birine biri, çavdarlar arasında" Olacak! Şiir bu, Robert Burns 'ün." "Robert Burns'ün şiiri olduğunu ben de biliyorum." Dogru söylüyordu. Dogrusu, "Rastlarsa birine biri, çavdarlar arasında," olacaktı. Demek ki, bilmiyormuşum. "Ben, 'Yakalarsa birini biri,' saniyordum," dedim. "Her neyse, hep, büyük bir çavdar tarlasinda oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, baska kimse yok ortalikta-yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarinda durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakaliyorum; nereye gittiklerine hic bakmadan kosarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasinda çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir sey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın bir sey."
insan olmanın olayı aşk aslında, ama bunu anlamıyorlar. Anlasalar aşk yok olurdu. Tek bildiğim aşkın korkutucu olduğu. Insanlar da deli gibi korkuyor zaten, televizyondaki yarışma programları bu yüzden var. Kafaları dagilsin, aşktan başka şeyler düşünsünler diye. Ask korkunç çünkü sizi müthiş bir güçle içine çekiyor, dışarıdan küçücük görünen, ama içeride mantığınızı alıp götüren dev kütleli bir karadelik gibi.
Şu kadarını anlamistim ki insanlar yaslandikça hayatlari giderek kötülesiyordu. Dünyaya küçücük eller, küçücük ayaklar ve sonsuz bir mutlulukla geliyordunuz ve ellerinizle ayaklariniz giderek büyürken mutlulugunuz yavas yavas buharlasiyordu. Ergenlik yillarinizi geride biraktiktan sonra mutluluk elinizden kayıp gidebilecek bir şeye dönüşüyor ve kayip gitmeye baslar baslamaz kütle kazaniyordu. Sanki kayip gidebilecegi bilgisi, ellerinizle ayaklariniz artik ne kadar büyük olursa olsun, onu tutmanizi daha da zorlastiriyordu.
"Seni seviyorum," dedi. Ve o an askin ne ise yaradigini anladim. Ask hayatta kalmana yardim ediyordu. Anlam aramayi da unutturuyordu. Aramayi birakip hayati yaşıyordun. Ask önemsedigin kisinin elini tutmak ve simdiki zamanda. yasamakti. Geçmis ve gelecek yalnizca mitti. Geçmis ölen simdiki zamandi ve gelecek hiçbir zaman var olmayacakti, çünkù ona ulastigimizda gelecek zaman simdiki zamana dönüsecekti. Simdiki zaman sahip oldugumuz tek seydi. Sürekli devinen, sürekli degisen bir seydi simdiki zaman. Ve hercaiydi. Yakalamanin tek yolu geçip gitmesine izin vermek, onu serbest birakmakti.
Reklam
- Bana akıllıca bir tavsiye degil, yürekten, dostça bir tavsiye gerekli, sanki beni bir asirdir seviyormussunuz gibi!
Gercek şu ki, sağı solu belli olmayan bu inişli çıkışlı dünyada uzun süre yasamak küçümsenmeyecek bir basaridir. Bununla birlikte hayat denilen bu uzun yolda peş peşe gelen yenilgi anlarinda bile, ikigai’ niz olabilir. Kısacası ikigai, hayatinizda ne olursa olsun, tam anlamıyla, beşikten mezara kadar sürer. Onun için sakin bir ormanda oldugunuzu hayal edin. Derin bir nefes alin. Ve bu ormani yasatmak için ne gerektiğini düsünün. Ne vakit Meiji Tapinagina gitsem, sürdürülebilirligin güzel fisiltilarina kulak veririm. ikigai küçük ölçekli, sabırlı, dünyevi ve uzak görüslüdür.
Medineden gidişlerini gören Yahudiler "Hih," demişlerdi, "Müslümanlardan kurtulduk sayılır, çünkü nöbetleşe bindikleri iki at ve yetmiş deve hangisine yeter. Kervanı bulasiya kadar hepsi kırılırlar!” Beni duysalardi onlara avazim çıktığı kadar bagırırdım: "Be hey şaşkınlar! Bu gördüklerinizin gönüllerinde zenginlik, imanlarinda heyecan ve onlari mahcup etmeyecek bir Allah 'lari var."
Avunduğum başka bir şey daha var: insanin çocuksu, temiz vicdani tohumun içindeki öz gibidir. Bu öz olmadan hiçbir tohum gelişemez ve bizleri ileride ne beklerse beklesin, insanlar yaşadıkça hak, doğruluk denen şey de orada var olacaktir.
Nehrin kenarından aşağıya dogru yoluna devam etti. Daha önce hiç su görmemisti. Üzerinde yürünebilecek kadar sağlam görünüyordu. Yüzeyi dümdüzdü. Cesurca adım atmasıyla ayağının suyun içine batması bir oldu. Hemen akabinde de korkudan çığlığı bastı. Bilinmezlik gene ona oyunlar oynuyordu. Su soğuktu, solugu kesilmiş halde nefes almaya çalışırken ciğerlerine hava yerine su doldu. Boğuluyormuş hissine kapılınca bir anda bedenini ölüm korkusu kapladı. Bu ona ölümü çağrıştırdı. Bilinçli olarak ölüm hakkında bildigi bir sey yoktu ama vahsi dogadaki her hayvan gibi onun da ölüme dair bazi içgüdüleri vardi. Bu ona acıların en büyüğü gibi geldi. Bilinmezligin özüydü ölüm, dehsetinin en yuksek noktasıydı, doruk noktasıydı ve hakkinda hicbir sey bilmedigi ölümden korkması akla gelebilecek felaketlerin en kötüsüydü.
49 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.