Benim postmodernizmle aram azıcık limoni. “Anything goes” yani “her şeyin gideri var” kafası, benim azıcık demode kalmış modern kafama çoğu zaman yatmıyor. Fakat bir cevher varmış ki, postmodern edebiyat diyorlarmış adına, ben ona aşıkmışım meğer, sadece tanışmam gerekiyormuş.
Bu kadar kolektif bir anlatıyla daha önce hiç karşılaşmamıştım. Bu kolektifin esas bileşenleri okur ile yazar. Öyle ki, kitabın ilk sayfasından itibaren yazar bir sandalye çekip yanınıza oturuyor ve tüm kitabı kendisiyle konuşarak okuyorsunuz. Hayal edin: Italo Calvino yanınıza çökmüş, parmağıyla onu bunu işaret ederek kitabı sizinle beraber bir kez daha okuyor. Ya da: siz Calvino’nun dizinin dibindesiniz de kitap siz onu okurken Calvino tarafından aynı anda yazılıyor.
Ben edebiyat kuramı bilmem pek. Ama şöyle yarım göz okuduğum, dinlediğim kadarıyla bu kitap adeta “postmodern edebiyat nasıl yazılır” sorusunun cevabı gibi: üst kurmaca, parçalı metin, okuru yabancılaştırma, konuların hep birbirine benzediği iddiası falan filan.
Kolektif metnin bileşenleri sadece okur ve yazardan da ibaret değil bu sırada. Karakterler de aktif birer bileşen. O kadar ki, kitabın ana kurgusu, kitaptaki karakterlerden biri tarafından, kitabın sonlarına doğru inşa ediliyor.
Ben ağzım açık okudum. Fakat şunu da belirtmekte yarar var ki üst üste böyle metinler okumak istemem. Başı kıçı belli, dört başı mamur metinler, okuma mesaimin başat süjeleri olarak kalacak. Fakat artık ekstra bir oyun alanım var!
Yaşasın edebiyatta postmodernizm be!
Sevgiler.