Türkiye'de İstanbul ne ise
İstanbul'da gece ne ise
Gecede yürümek ne ise
Yürürken düşünmek ne ise
Seni unutmamacasına düşünmek ne ise
Unutmamanın anlamı ne ise
Seni sevmek ne ise
Saklayayım, yok söyleyeyim derken
Birden aşka düşmek ne ise.
Her neyse..
Gülerdin..
Susardın, düşünürdün.
Benimle el ele yürürdün..
Yol biterdi.
Görmezdim seni..
Zaman yıl yıl geçerdi.
Uzaktan, çok uzaklardan
Seni seyrederdim..
Gülüş bir yanaşımdır bir öbür kişiye
Birden iki kişiyi döndürür bir kişiye
Anılarından kale yapıp sığınsa bile
Yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye.
Dünya böyledir: Sinsiler zorbaları yüceltir, üçkağıtçılar zorbalara cömert davranır, yalancılar sapıklar için duygusal şarkılar söyler. Buna karşılık çulsuzlar garibanları dolandırır, dindarlar inançlıları lanetler, mazbutlar iffetlileri iğfal eder.
Bu dünyada ayrılığa denk olabilecek başka hiçbir felaket yoktur. Sonunda gözyaşları aka aka ruhları yerinden oynatmasaydı; ayrılık, önemsiz küçük bir şey sayılırdı belki.
Hayattaki düzensizliklerin en önemli nedenlerinden birisi
şudur:
"Herkes, hayatinda sadece ve sadece refaha kavuşmayı
arzular. Ancak hiç kimse hayatı yükseltmek için çalışmaz ve
çalışarak hayatını daha iyi bir hale getirme ihtiyacı duymaz."
Herkes hayattan bir şeyler almak ister; fakat ona bir şey
vermeyi aklının ucundan bile geçirmez. insanların çoğu çıkarcı, yağmacı ve asalak olarak atılır toplumsal yaşama. Yaşamın
gizini bir asalak olarak çözmek ister.
Çocuklar, hile ve aldatmayı hemencecik fark ederler.
bir şeyle karşılaştıklarında ilk önce şaşırırlar. Ailelerinin
kendilerine kötü ve günah olarak gösterdikleri şeyleri, kendilerinin nasıl yaptığını anlayamazlar. Sonra bu garip durumu görerek, anne ve babalannın sözleriyle uygulamalarinin birbirine
zıt şeyler olduğunu düşünmeye başlarlar. Böylelikle sonunda
çocukların, anne ve babalarına olan güvenleri yerle bir olur.
"Bunu yapmayin, şunu yapın!" gibi nasihatlere hiç kulak asmazlar artık.
Diğer yandan anne ve babalar, küçücük çocuklarının dik
kafalı ve söz dinlemez olduklarından şikayet ederler. Ancak
çocukların bu hale gelmesinden kendilerinin sorumlu olduğunu fark etmezler.
Zannetmeyin ki çocuklara kızmak ve onları cezalandırmakla, onlara itaat ve sevgiyi öğretiyorsunuz. Çocuklarınızın
yanında hem sözlerinizle hem de davranışınızla doğru hareket
edin ki çocuklarınız sizi kendiliğinden sevmeye ve örnek almaya başlasın!
Çocuklara:
"Yalan söyleme, aldatma! Bu doğru değildir, günahtır!
Böyle davranırsan bütün insanlar senden nefret ederler, derler. Ancak ne yazık ki, bunu söyleyen kişiler, başta birbirlerini
aldatır ve başkalarını kandırırlar. Ya da çocuklara:
Kimseyi kırmayın, nazik ve terbiyeli olun." derler ama bu
söylediklerini kendileri de yapmazlar.
Veba ve kolera mikropları gözle görülemezler. Fakat bu mikroplar çok küçük olmalarına karşın koca bir ülkeyi kırıp geçirirler. Ne var ki halkın başına bela olan manevi mikroplar belki de veba mikroplarından çok daha tehlikelidir.
Size halkın maneviyatının ağır hasta olduğunu söylüyorum. Halk, fena halde hastadır. Halkın dini inançlarının zayıflaması sadece kilisenin meselesi değildir, Bu durum, devlet için de oldukça tehlikedir. Yığınların dinsizliği, belki de en
tehlikeli hastalıktır. Tanrıya inanmayan bir gönül, yoksulluğu
ve manevi olarak hiçliği seçmiş demektir. Dinsizlik, halkın tüm
kutsal değerlerini yok eder. Bunun sonucunda, hayvanlar gibi
yaşamak vicdansızlık, pis bir bencillik, yağmacılık ve ahlaksızlık alip basını gider.
Devletlerin güçlü ya da zayıf olmasi, ulusların yükselmesi
ya da gerilemesi, yalnız yöneticilerin yeterlilikleri ve iktidarından yahut da iradesizliğinden kaynaklanmaz. Yöneticiler ister iyi veya kötü, ister kahraman veya gaddar olsunlar, onlar
kendi uluslarının bir aynası, milli ruhun bir kopyasıdır. Onlar,
bu halkın içinden gelmiştir. Bir toplum nasılsa, idarecileri de
onlara benzer, işte bu yüzden ki; "Her ulus layık olduğu yönetime ve yöneticilere sahip olur." denir.
İkimiz de aynı şehirdeyiz ve birbirimize varmamamız için
yarım saatten daha az bir zaman yeter. Buna rağmen o orada
ben buradayım. Neden? Sebep yok... Ben burada ne yapıyorum?
Kendimi ve etrafımdakileri sıkmaktan başka ne işim var? Onun
da orada pek lüzumlu şeylerle uğraşmadığı muhakkak. Böyle
bir günde oturup piyanoya çalışacak değil ya... Dünyada şimdi
onunla yan yana bulunmamamız kadar mantıksız ve lüzumsuz
ne vardır acaba? Hayat bir tesadüfler silsilesi imiş, ala! Fakat tesadüfün de kendine göre bir mantığı olmalı değil mi ya?
İnsan bir şey bekliyordu, sabahtan
akşama kadar bekliyordu ve hiçbir şey olmuyordu.
İnsan tekrar tekrar bekliyordu. Hiçbir şey olmuyordu.
İnsan bekliyor, bekliyor, bekliyordu, düşünüyor, düşünüyordu, şakakları ağrımaya başlayana kadar düşünüyordu. Hiçbir şey olmuyordu. İnsan yalnız kalıyordu. Yalnız. Yalnız.
Sayfa 38 - Türkiye iş bankası kültür yayınlarıKitabı okudu
"Fakat, Allah kahretsin insan anlatmak
istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeğe hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar?
Sorarım size: "Nasıl? Kim bilecek benim insanlardan kaçtıgımı? Ben ölmek istiyorum sayin albayım, ölmek.
Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını
seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.
Şiddetin aşktan daha çok kavramla anlatılabildiği bir ülkede insanlar öfkenin her türlüsüne uygun aptalca kararlar alabildiği halde aşk için bunu yapamıyorlar. Çünkü şiddet hakkında söyleyebildikleri, aşk hakkında söyleyebildiklerinden daha fazla. Çünkü bir kadını anlayabilmekten acizken , akılları her türlü siyasal ve ekonomik teoremlere yeterince eriyor.
Yaşam rezillik aslında,midemi bulandırır hep; yaşamımla başa çıkacağımı, insanlara dayanabileceğimi ummazdım bugüne değin, utanç duyardım bundan, ama sen, her şeyi öğrettin bana, dayanılmayacak gibi olan yaşam değilmiş meğer.
İnsan çok uzaklara gitmeye karar verdiğinde denizi tercih etmeli bana kalırsa. Kara, gözden kayboluncaya kadar denizde yolculuk etmeli.
Yani bir gemiyle gitmeli insan.
Ayağı toprağa değdikçe uzaklaşamaz insan. Şehirlerden geçtikçe uzaklaşamaz.
Çünkü şehir bir hatırlatma biçimidir. Her şehir, içinde bir hatırayı canlandıracak fotoğraflar taşır.
İnsan şehirler geçtikçe kendinden izler bırakır. Şehrin parklarında, tren istasyonlarında, kafelerinde, bulvarlarında, dükkânlardan yükselen şarkılarında, duraklarında izler bırakır insan.
Şehirlerde bıraktığın her iz, geri dönmek için bir yol işaretidir.
.. Çanakkale'nin en iyi ve en gerçekçi değerlendirmesini müttefik donanmaları başkomutanı Amiral Hamilton yapmıştır. Büyük Britanya Krallığı'na sunduğu savaş raporunun sonuç kısmında İngiltere'nin bütün kayıplarına karşın kazancını şu satırlarla ifade etmiştir: "Türk Milletinin aydınlarını ve okumuş kesimlerini yok ettik. Gençliğini ve geleceklerini ellerinden aldık!"..
Ne acı!!