Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.37.7
Elif Nur
Elif Nur
@elfnurr03
32 okur puanı
Eylül 2023 tarihinde katıldı
Okuma Hedefleri
Çocukluğundan beri yalnız bir yaşam sürmüş ve bu yalnızlık sonucu kendisini, kurduğu hayal dünyasına kapatan genç bir kızı, Ruth'u, anlatıyor kitabımız.
Ancak sadece Ruth üzerinde durmuyoruz. Hatta diğer karakterleri Ruth'dan daha fazla görüyoruz. Ki bu durum kitapta en sevmediğim noktaydı. Ruth karakterini daha çok okumak ve tanımak
Panteizm'i merak ettiğim ve hakkında daha fazla şey öğrenmek için kütüphaneye gittiğimde, aklımda ya Spinoza'yı ya da Bruno'yu almak vardı. İkisi de ders kitaplarımda "panteist" olarak geçiyorlardı. Bruno yerine Spinoza'yı bulabildiğim için bu kitabı aldım. Panteizm dışında Spinoza'nın felsefesini ayrıca merak
Kitabımız, Gümüş isimli kızımızın annesini kaybetmesi üzerine bir deniz fenerine gönderilmesini ve oradaki bekçi ile yaşadıklarını anlatıyor. Fener bekçisi Pew, Gümüş'e fener kurallarını öğretirken bir yandan da hikâyeler anlatıyor.
Bu hikâyeler, ana hikayemizi bölüyor; geçmiş ve gelecek arasında gidip geliyoruz. Kitapta daha çok bu hikayelerdeki kahramanların yaşamlarını okuyoruz. Gümüş'ün hikayesinin nasıl devam ettiği ise daha sonralarda anlaşılıyor.
Herkes kendi hikayesinin ana karakteri ve bu ana karakterler arasındaki gidiş-gelişler ilk başlarda zorlasa da ilerledikçe hepsi çözülüyor. Her karakterin ortak noktası ise hiçbirinin mutlu bir yaşamı olmaması. Bu yüzden kitapta genel bir melankoli havası var diyebilirim.
Yazarın kendine özgü bir hikaye anlatışı var. Örneğin, hikâyeler giriş-gelişme-sonuç diye değil, tam tersi ya da daha karışık biçimlerde ilerliyor. Yazar bize her yerden bir parça veriyor ve biz de birleştiriyormuşuz gibi.
Kitaptaki bir öne çıkarılan unsur da aşk. Karakterlerimizin yaşamını en çok etkileyen şey bu. Aşkın dünyadaki en değerli şey olduğuna dair pek çok vurgu yapılmış.
Bunların dışında Fener Bekçisi beni daha çok üzen bir kitap oldu. Bu; karakterlerin içindeki yarım kalmışlık, yalnızlık ve sevgisizlikten dolayıydı. Anlatımı ve sürükleyiciliği güzeldi. Tavsiye ederim.
Okur Takip Önerileri
Mükemmeldi... İçindeki her hikâye mükemmeldi. İncelemeye geçmeden önce söylemeliyim ki kesinlikle okumalısınız.
İçerisinde on üç hikaye bulunan kitabımızda, hikayelerin her biri yazarın kendine özgü anlatımıyla yazılmış. Bu anlatım öyle doğal ve samimi ki yazarın aralarda hikayeyi bölüp okuyucu ile konuşması bile rahatsız etmiyor.
Yazar, bir hikayede okuyucuya pek çok duygu yaşatıyor. Hikayelerin nerelere gideceğini, nasıl biteceğini kestiremiyorsunuz. Her zaman şaşırtıcı sonlarla kapanışı yapıyor. Aynı zamanda hikayelerin konuları da ilgi çekici. Tüm bunlar kitabın sürükleyiciliğini artırıyor.
O.Henry, benim için hem anlatımı hem de bulduğu konularla özgün ve sevdiğim bir yazar oldu.
Kitap okumakta zorluk çektiğiniz bir dönemdeyseniz, bu kitap bu sorununuzu çözecektir. Bunların dışında söyleyeceğim tek şey bu kitabı okumanızı istemek. Keyifli okumalar.
Hem isminden hem de arka kapak yazısından dolayı daha ürkütücü ve gizemli bir hikâye beklemiştim Lanetli Otel'den. Ancak bu "otel" olayları bile kitabın yarısından sonra başladı. Kitapta gizem olsa da korkmamı sağlayacak hiçbir şey olmadı. Bu yüzden beklentimin biraz altında kaldı diyebilirim.
Yine de karakterleri ve olayların gidişini okumak zevkliydi. Oldukça akıcı ve yalın bir anlatımı vardı. Hikayeden çok anlatımı beni sürükledi.
Konusundan bahsedecek olursam spoilera girecek. Arka kapak yazısını bile okumanızı tavsiye etmiyorum. Hiçbir şey bilmeden başlamak daha iyi olur. İçinde gizem olan ve anlatımı sıkmayan bir roman arıyorsanız öneririm.
Kitabımız, Nazi Almanya'sında geçiyor. Faşizmin egemen olduğu, çocukların savaş için yetiştirildiği ve gençlerin tek hayalinin cepheye gidip zafer kazanmak olduğu bir zamanda.
"...Herhangi bir savaş alanında geberip gitmeyi ne çok isterlerdi! Bir savaş anıtının üstündeki isimleri onların tek ergenlik hayali."
Faşizmin yarattığı ahlaki çöküntünün gençlerin üzerindeki etkisini görüyoruz. Öyleki kendi soyları dışındakileri insan olarak bile görmüyorlar.
"Hak, kendi soyuna iyi gelendir."
Bu hikayede ana karakterimiz ise bu gençliğe tarih-coğrafya dersi veren bir öğretmen. Öğretmenimiz, hümanist ve karşısındaki gençliğe karşı işini artık sevmeyen; yine de ekmeğini kaybetmemek için gerçek görüşlerini söylemekten çekinen biri.
Kitaptaki asıl olaylar, öğrencilerin askeri ön eğitim için bir çadır kampına gitmesiyle başlıyor. Buradaki olaylar ve sonrasında öğretmenin içinde yaşadığı çatışmaları ve hakikati arayışını okuyoruz.
Herkese önereceğim bir kitap oldu benim için. Keyifli okumalar ve kitapla kalın.
Günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü...
Çok çocuklu, yoksul bir ailede yaşayan Zezé'nin başından geçenleri, onun gözünden okuyoruz Şeker Portakalı'nda. Beş yaşında olmasına rağmen oldukça zeki ve geniş bir hayal gücü olan Zezé, aynı zamanda çok yaramaz da bir çocuk.
Zezé, hayatın ve insanların acımasızlığı karşısında acıyı keşfederken, bazı insanlar hayatına giriyor ve ona sevgiyi öğretiyor.
Anlatımı oldukça akıcı ve kısa sürede bitirilebilecek bir kitap. Duygu yoğunluğu fazla olduğundan ağlama garantili diyebilirim. Herkesin hayatında bir kere okuması gerek dediğim kitaplardan. Keyifli okumalar.
Kitabımız, Bay Golyadkin isimli ana karakterimizin geçirdiği kişilik bölünmesini ve nasıl yavaş yavaş akıl sağlığını kaybettiğini anlatıyor.
Dostoyevski; karakterin duygu değişimlerini, krizlerini, iç dünyasını vs. çok iyi bir şekilde anlatmış. Hatta "Bu kadar iyi yazan birinin bunları yaşamış/deneyimlemiş olması gerek," diye düşünmüştüm okurken.
Bay Golyadkin'in, "öteki" kişiliği olan "İkinci Bay Golyadkin" onun zihninde olan biri değil. Geçtiği sokaklarda, çalıştığı yerde, uğradığı bir restoranda karşısına çıkan ve tamamen onun zıttı olan bir karakter.
Bay Golyadkin, ikinci Bay Golyadkin ile uzlaşma arayışında olsa da sürekli çatışmalar yaşıyorlar ve kazanan her zaman ikinci Bay Golyadkin oluyor.
Anlatımı, betimlemeleri ve kurgusuyla beğendiğim bir kitap oldu. Okumak isteyenlere öneririm.
"Burası kanın dünyası. Diş, pençe ve keskin demirin dünyası. Kısa hayatlardan ve acı dolu ölümlerden oluşan bir dünya."
Yaklaşık üç yüz yıl önce Tanrıların kendi aralarında savaşarak kendilerini yok etmelerinden sonra tüm dünya değişir. Tanrıların bu savaşından dolayı yeryüzünde derin bir çukur açılır ve bu çukurdan insanlığa saldıran
(Spoiler İçerir!)
Bir kadının, zengin bir yazara on üç yaşından beri duyduğu saplantılı bir aşk hikayesi. Stefan Zweig çok sevdiğim bir yazar ve saplantılı bir aşk yaşayan bu kadını, çocukluğundan kadınlığına kadar çok iyi bir şekilde incelemiş ve yazmıştır.
Ancak konusu hiçbir şekilde hoşuma gitmedi. Okuyanlara ve okuyacaklara söylüyorum. Bu,
Bilinmeyen Bir Kadının MektubuStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2022225bin okunma
Okuru üzen, yaralayan ve sinirlendiren; sonra da bunların hepsinin yaşanmış olduğunu hatırlatarak daha da içinin parçalanmasına sebep olan kitap: Çocukluğum.
Beş yaşında babasını kaybedip annesiyle birlikte dedesinin evine taşınır Aleksey. Buraya taşındıktan sonraysa gördüğü tek şey kavga, dayak ve "herkesin herkese düşman" olduğu bir ailedir. Yaşayacağı acılar burayla sınırlı kalmaz. Birkaç kez ev değiştirirler ve her seferinde yeni sıkıntılarla karşılaşır. Hayatına iyi-kötü pek çok insan girip çıkar. Hepsi de üzerinde bir etki bırakır. Aleksey, yaşadıklarından dersler çıkararak kişiliğini oluşturur.
İçten ve etkileyici bir otobiyografi idi. Yalın anlatımı sayesinde de akıcıydı. Yazarın; kendi yaşadığı acıları karşı tarafa çok iyi bir şekilde geçirebilmesi ve her detayı atlamadan anlatması, romanı etkileyici kılan yönlerdi bence. Okunmasını tavsiye ederim.
Vampir temalı edebi yapıtların en ünlüsüdür Drakula. Ana karakterlerin mektuplarından ve günlüklerinden oluşur. Yani bir mektup romandır.
Transilvanya'nın Kalpat Dağları bölgesinde yaşayan Kont Drakula; yüzyıllar boyu varlığını sürdürmüş bir vampirdir. Kitapta, bu vampire karşı karakterlerimizin verdiği mücadeleyi okuruz.
Başından sonuna kadar oldukça sürükleyici ve akıcıydı. Normalde vampir ve kan temalarından hoşlanmazdım ama bu kitap (tamamen olmasa da) fikrimi değiştirdi. Özellikle kitabın başlarında ve ortalarındaki gizem havası çok hoşuma gitti. Sonlara doğru nereye varacağını tahmin etsem de akıcılığından bir şey kaybetmedi.
Gotik edebiyata başlangıç kitabı gibi geldi bana. Korku ve gotik edebiyatına fazla hakim değilim ama başlamak isteyenlere Drakula'yı öneririm.
"Resim yapmak zorundayım."
Resim yapma tutkusuyla, İngiltere'deki işini ve ailesini bırakıp Paris'e giden Charles Strickland'ın hayatını anlatıyor kitabımız. Her şeyini geride bırakıp beş parasız kalan Strickland; ölene kadar resim yapmaktan vazgeçmiyor ancak bunun bedelini de ödüyor.
Sefil ve acınacak bir hayat yaşıyor. Yine de eski hayatını bırakmaktan hiç pişman olmuyor.
Yaşarken hiçbir değer görmeyen eserleri, öldüğünde otuz bin franka kadar satılıyor ve müzelerde sergileniyor.
Strickland karakterini sevmesem de ilgi çekici bulduğumu söylemeliyim. Açıkçası kitaba, bu ressamdan bir şeyler öğrenebilirim ümidiyle - güzel sanatlara hazırlandığımdan- başlamıştım. Ancak karşımda kaba, bencil, iki kelimeyi bir araya getiremeyen bir karakter bulunca biraz hayal kırıklığına uğradım. Bu yönüyle beklentimin bir tık altında kalsa da kesinlikle beğendiğim de bir kitap oldu. Okunmasını tavsiye ederim.
Kurtuluş Savaşı'nı anlatan ilk kitaptır Ateşten Gömlek. Ana karakterimiz Peyami. Savaşta kaybettiği iki bacağı ve kafasında bir kurşunla hastanede yatıyor. Birkaç hafta sonra kafasındaki kurşunun çıkarılması için ameliyata girecek. Ama bundan sağ çıkamayacağını düşünüyor ve ölmeden yaşadığı her şeyi yazmaya karar veriyor.
Şişli'de Hariciye memuru olan Peyami ile başlıyoruz. İlerledikçe Cemal, İhsan, Ayşe gibi vatan uğruna ölmek isteyen; sırtına onlar gibi ateşten bir gömlek geçiren Peyami'yi okuyoruz. Acının, aşkın ve kurtuluşun hikâyesini okuyoruz.
Öğretici - ülkenin bulunduğu mevcut durumu ve geçirdiklerini görmemiz açısından - bir kitap aynı zamanda. Üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen hâlâ sevilerek okunan ve okunacak olan bu eseri herkese öneririm.
İskoçya'nın Skye adasında, Mr. ve Mrs. Ramsay ailesi ve onların konuklarının yaşadığı bir evde geçiyor hikayemiz. Oldukça basit bir olay örgüsü var. Yemek yiyor, dolaşıyor ve sohbet ediyorlar. Bunları yaparken de onların neler hissettiğini, neler düşündüğünü okuyoruz. Zaman, ölüm, toplum, toplumsal cinsiyet, hayatın anlamı gibi felsefi konulara dalıyor; ruhsal durumları inceliyoruz.
Neredeyse tüm karakterlerin duygu ve düşüncelerini okurken arada bir anlatım kesintiye uğruyor ve bir karakterden diğerine geçiyoruz.
İlk başta karakterlerin fazlalığı ve bu kesintiye uğrayan anlatımda odaklanmam gereksede ilerledikçe alıştım. Virginia Woolf'un anlatımına, yaptığı betimlemelere, karakterlerin duygu ve düşüncelerini çok iyi verişine hayran kaldım. Herkesin sevebileceği bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Ancak benim gibi ruhsal durumları, düşünceleri, betimlemeleri okumayı seven herkese öneririm.
Mary, Hindistan'da yaşayan on yaşında bir çocuktur. On yaşına kadar Hindistanlı hizmetçiler tarafından büyütülmüştür. Günlerini hiçbir şey yapmadan, sadece hizmetçilere emir verip onları azarlayarak geçirir. Bir gün ani bir kolera salgınında annesi babası dahil herkesi kaybeder ve İngiltere'ye, eniştesinin yanına gönderilir.
Geldiği malikanede asık ve solgun yüzü, zayıf bedeni ve aksi tavırlarıyla pek sevilmez. O da onları sevmez. Ancak yüz kilitli odası, arada bir duyulan ağlama sesleri ve on yıldır kilitli olan bahçesiyle Misseltwaite Malikanesi, Mary'nin ilgisini çekmeye başlar. Gizli bahçenin anahtarını bulduğundaysa Mary için değişim ve iyileşme çoktan başlamıştır.
Çok güzel bir kitaptı. Anlatımı, karakterleri, olayları... İlerledikçe, okurken kendinizi gülümsemekten alamayacaksınız. Sona geldiğimde daha fazlasını okumak bile istemiştim. Yenilenmenin, iyileşmenin, çocuk yetiştirmenin, iyi ve güzel şeyler düşünmenin bizi nasıl etkileyebileceğinin çok güzel bir şekilde anlatıldığı Gizli Bahçe'yi yediden yetmişe herkese öneririm.
"Korkaklık ya da dikkatsizlik sorduğumuz soruların önünü kesmese, kim bilir kaç şeyle tanışmanın eşiğindeyizdir?"
Fazla merak iyi değildir sözünün tanımı oldu bu kitap benim için. Tehlikeli bilginin doğurabileceği yıkımı gözler önüne seren bu kitapta, hem Frankenstein hem de yarattığı yaratık için üzüldüm ve empati kurdum. Dünyaya getirdiği yaratık yüzünden pişmanlık ve acı dolu bir kadere mahkum edilen Frankenstein ve tek istediği şefkatle sevgi olsa da karşısında nefret ve yalnızlık bulan canavarı... İkisi de pişmanlık duysa da geri dönülmez şeyler yaptılar ve bunun acısını çektiler.
İlk bilim kurgu eseri kabul edilen Frankenstein; yazarın anlatımıyla, hikayenin ilgi çekiciliğiyle, sürükleyiciliği ve akıcılığıyla her yönden beğendiğim bir kitap oldu. Kesinlikle okunmasını tavsiye ederim.
4000 yıl önce ahlaksızlık ve adaletsizlikle dolu bir dünyada, herkes Tanrı'yı unutmuşken Tanrı'ya dua etmeye devam eden bir çift vardır. Bir gün bu çifte Tanrı tarafından bir güç bahşedilir. Onlara "ark" ismini verir ve kadını su, erkeği karanlık yapar. Bir de kutsal bir kitap ve bir hazine verir onlara. Ancak karanlık çağ gelene kadar hazineyi açmamalarını söyler. Zamanla Karanlık arkı açmak ister hazineyi. Karısı Su, bunu engellemek için ondan gizli hazineyi denize saklar. Karanlık ise onu aramak için gezegenden çıkar. Su, denize döner ve geri gelmez. Aradan bin yıl geçer. İnsanlar ilk arkları ve Tanrı'yı unuturlar. Ancak başka arklar ortaya çıkmıştır. İnsanlar bu arkları taparcasına severler. Arklar ise kendi aralarında ikiye ayrılmışlardır. 4000 yıl sonra insanlık oldukça gelişmiş ve arklar kendilerini Tanrı olarak görmeye başlamışlardır. Ancak herkese gerçek Tanrı'yı hatırlatacak ve onun gücünü gösterecek biri ortaya çıkacaktır: ZAN.
Bu kitabı bir cümle ile de tanıtabiliriz: fantastiğin, bilimkurgunun ve tasavvufun iç içe geçtiği bir hikâye. Olaylar çok hızlı ilerliyor ama zaten olaydan çok vermek istediği mesajlara odaklanmış yazarımız. Bence böyle güzel bir kurguya yüz elli sayfa az gelmiş. Daha da uzatılabilirdi. Yine de tadında bırakılmasını da sevdim. Akıcı ve oldukça yalın bir anlatımı var. Herkese öneririm.
Kitabımız, Little Kilton kasabasında yaşayan Pippa isimli bir kızın okul projesiyle başlıyor. Bu projenin konusuysa beş yıl önce bu kasabada yaşamış olan Andie Bell'in kaybolmasıyla ilgili bir soruşturma. Andie Bell'i öldürdüğü iddia edilen Sal Singh'in suçlu olduğuna inanmayan Pippa'nın, gerçekleri nasıl bir bir ortaya çıkardığını okuyoruz. Akıcı bir anlatımı vardı ve bir polisiye kitabından beklendiği gibi oldukça sürükleyiciydi. Ana karakterimiz olan Pippa,(Pip) oldukça zeki, cesur ve herkesin seveceği bir karakter. Bir yandan olayları çözerken bir yandan da Pip'in aile, okul ve arkadaş ortamını okumak eğlenceliydi. Okuyucuyu şaşırtan bir sonu var. Beğenmediğim bir yanıysa yok. Son olarak, kimseyi iyi ya da kötü diye ayırmak kolay değil ama daima iyi kalan tek bir kişi olduğunu göreceksiniz. Herkese öneririm. <3
(Spoiler içerebilir! Spoiler almak istemeyenler yorum kısmına geçebilirler.)
Yıl 1950'ler. Vietnam Savaşı. Sömürgeci Fransızlar ve komünistler arasında süren bu savaşta ana karakterimiz, Vietnam'ın Saygon bölgesinde yaşayan İngiliz gazeteci Fowler. Fowler, bu savaşta taraf tutmayan orta yaşlı bir adamdır. 2 yıldır Phuong isminde Vietnamlı bir kadınla beraber yaşamaktadır. Hayatı normal bir şekilde devam ederken, hem hayatını hem de savaşın seyrini değiştirebilecek biriyle tanışır: Pyle. Sessiz ve masum biri olan Pyle, Phuong'a ilk görüşte aşık olur. Böylece Pyle ve Fowler arasında bir rekabet başlar. Aynı zamanda Pyle, Vietnam'a Amerika tarafından gönderilmiştir ve savaşta "üçüncü bir yol" açmak için planları vardır. Ancak bu planlar onun düşündüğü gibi kurtuluşu değil; kendi sonunu getirecektir.
YORUM
Graham Greene'den okuduğum ilk kitaptı. Hem yazarın anlatımı hem de içerisinde sıkça bulunan diyaloglardan dolayı akıcıydı. Ama sürükleyicilik yönünden beni fazla sardığını söyleyemeyeceğim. Geçmiş ve gelecek olarak iki farklı şekilde okuyoruz ve geçmişteki kısımlar çok daha fazla. Gelecekten de biraz daha görmek isterdim. Nereye bağlanacağı belli de olsa sonunu biraz daha görebilirdik. Kitabın bana kattığı en önemli şey beni araştırma yapmaya itmesiydi. Önereceğim bir kitap ama beklentiyle başlanmamasını tavsiye ederim. Çünkü çok beğendiğim ve kesinlikle okuyun diyeceğim bir kitap da değil. Yine de okuyana bir şeyler katacağını düşünüyorum.
