Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
250 syf.
9/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Kuyucaklı Yusuf - İnceleme
Bu kitap hakkında çok şey söylenilebilir. Normalde daha kısa sürede bitirebilecekken sırf olayları okumaya korktuğum, üzülmekten kaçtığım için her seferinde uzattım bitirmeyi ... Ama nihayetinde her şeyin bir sonu vardır, hem bu sonu görmek istediğim için hem de kitabın akıcılığından dolayı artık bitirmek istedim. Daha önce okumuştum bu kitabı
Kuyucaklı Yusuf
Kuyucaklı YusufSabahattin Ali · Karbon kitaplar · 2019174,3bin okunma
ZORUNLU BİBLİYOGRAFLIK İstanbul Kütüphanelerine Göre Üç Bibliyografya: Birgili Mehmed Efendi Bibliyografyası/Ebussuud Bibliyografyası/Âlî Bibliyografyası Atsız, 1952-1968 yılları arasında, 16 yıl boyunca Süleymaniye Kütüphanesinde tasnif memurluğu yapmıştır. Başlıca işi, İstanbul kütüphanelerindeki yazmaların tavsifini yaparak onları
Reklam
YARIDA KALAN EDEBİYAT TARİHİ Atsız'ın dil, tarih ve edebiyat çalışmaları iç içe geçmiştir. Daha 1933-1934 yıllarında Orhun dergisinde yayımlamaya başladığı Köktürk ve Uygur dönemlerine ait metinlerin aktarmaları, aynı zamanda edebiyat tarihini de ilgilendirmektedir. Bitirme tezine dayanan ve yine Orhun dergisinde yayımlanan Edirneli
384 syf.
·
Puan vermedi
·
4 günde okudu
"Ben ki o kadar düşünürüm. Düşüncem, yorgunluğu yüzünden bir türlü yatağına giremeyip odasında sabaha kadar dolaşan adama benzer. Neden şimdi hiçbir şey düşünemiyorum?" Var böyle bir hâl . Tanpınar okumak bence zordur. Hadi okuyayım dediğim biri değil. Onu çok seven bir arkadaşım var, hatrına okuya okuya beş kitabını okudum. İç dünyası
Huzur
HuzurAhmet Hamdi Tanpınar · Dergah Yayınları · 202316,4bin okunma
Feleğin bir kuşu var/ Pençesi demirdendir.
Gılgamış destanında, 'ölüm' üzerine müthiş bir şiir vardır, şöyledir; "Kamışlıktaki bir kamış gibi kırılacaktır insanlık. Ölüm alıp götürür Delikanlıların en iyisini, Genç kadınların en iyisini. Ölüm; hiç kimsenin görmediği, Yüzünü kimsenin fark etmediği, Sesini hiç kimsenin duymadığı Zalim ölüm! Yok eder insanları Ebediyen var
Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar: Kitabın tam adı Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar-Birinci Bölüm: En Eski Zamanlardan Başlayarak Apar Sülâlesinin Düşmesi Tarihi Olan Milâdî 552'ye Kadar şeklindedir. Kitabın hazırlanma ve yayımlanma macerasını önsözün sonunda Atsız şöyle anlatır: "Bu kitabı 1933'te yazmağa başlamıştım. Malatya Orta
Reklam
"Ahmedî-Dâstân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osman" Çalışma, Atsız'ın hazırladığı ve 1949'da Türkiye Yayınevi tarafından yayımlanan Türkiye Tarihleri I adlı eserin 1-35. sayfaları arasında yer almaktadır. Atsız'ın çalışması, Ahmedi'nin İskendernâme'sinin sonunda yer alan Osmanlılarla ilgili bölümün ilmî yayınıdır.
Osmanlı Tarihine Ait Takvimler I, 824, 835 ve 843 tarihli takvimler 1961'de İstanbul'da, Küçükaydın Matbaası'nda basılmıştır; 123 sayfadır. İç kapakta Atsız'ın adı "Düzenleyen" olarak geçmektedir. Atsız'ın verdiği bilgiye göre takvimler, "umumiyetle müneccimler tarafından padişahlara takdim olunup o yıl
TARİHİ METİN YAYINLARIYLA DİLCİLİK Ahmed Naci ile birlikte hazırladıkları ve daha öğrenci iken 1928 yılında, Türkiyat Mecmuası'nın ikinci cildinde yayımlanan "Anadolu'da Türklere Ait Yer İsimleri" başlıklı makaleyi bir yana bırakırsak Atsız'ın doğrudan doğruya dille ilgili ilk ve tek çalışması, “Divan-ı Türki-i Basit, gramer ve lügati" adlı bitirme tezidir. Yayımlanmamış olan 111 sayfalık tez, İstanbul Üniversitesi, Türkiyat Enstitüsü 82 numarada bulunmaktadır (Sertkaya 2014: 142). Yayımlanmamış olan bu tezin mahiyetini tam olarak bilmiyorum. Ancak çalışmanın adından anlaşıldığına göre Atsız, Nazmi'nin Türkî-i basît (saf Türkçe) ile yazılmış şiirlerini transkripsiyonlamış, bunların sözlüğünü çıkarmış ve bazı gramer özelliklerini ortaya koymuş olmalıdır. Eserin kelime dizininin yapıldığı, Atsız'ın Orhun dergisindeki yarıda kalmış yayınında bulunan şu ifadesinden de anlaşılmaktadır: "Ben Nazmî'nin divanındaki bütün kelimeleri harf sırasıyla dizip bulundukları sayfa ve satırları da tespit ettim." (Atsız, Mart 2015: 192). Eski Oğuz (Anadolu) Türkçesi ile yazılmış bu eser üzerinde çalışması, Atsız'ın daha sonraki metin neşirleri için önemli bir hazırlık sayılabilir. Nazmî'nin Dîvân-ı Türkî-i Basît'ini Atsız daha sonra Orhun dergisinde de dil, kültür ve edebiyat açılarından ele alıp değerlendirecek ve bu çalışmayı 1934 yılında küçük bir kitap olarak da yayımlayacaktır. Atsız'ın dil çalışması olarak da ele alabileceğimiz yayınları Kök Türk, Uygur ve ilk Osmanlı dönemine ait aktarmalar ve metin neşirleridir.
Atsız, Türk Edebiyatı Tarihi'nde de dille ilgili bilgilere yer vermiştir. "Kunlar Çağında Türk Edebiyatı” bölümündeki şu sözler Türkçenin teşekkülüyle ilgilidir: "Türkçenin Kunlar çağında teşekkül ettiğini kabul etmekte yanlış yoktur. Bir dilin temelli olarak kurulabilmesi için uzun bir siyasî birlik şarttır. Bu şart bizim
Reklam
200 syf.
9/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Eski Türkçe kelimelerin içinde kaybolduğum bir Peyami Safa kitabı. Psikolojik tahlilleri yüzünden Dokuzuncu Hariciye Koğuşuna içimde özel bir yer ayırmıştım yıllardır tevekkeli değil bu kitapta da öyle kısımlar var ki parantez içinde alıp içine dalmalık. Hele bir yer var ki boş boş tavanı izlettiren : "güzelleşmek için yalan elbiseleri arıyoruz ve çıplak hakikati örtmeye, gizlemeye çalışıyoruz; hatta kefen bile çıplak cesedimizin çirkinliğini gizlemek için beyaz bir yalandır, değil mi?". Bunun gibi pek çok yerde düşünüp durdum ki ben zaten düşünüp durmak için okumuyor muyum? Kitap bir yazarın kendini anlattığı bir romanı okuyan karisi ile tanışması ile başlıyor. Yer yer romandan bazı kısımları okuyoruz biz de. Baş kahraman olan romanın yazarının hayatına dair ipuçları elde ediyoruz. Mualla adındaki karisi ile olan münasebetine ve ona dair içinde yeşeren bazı duygulara da yer veriliyor ancak bir yerden sonra yazarın hayatında daha önceden var olmuş bir başka kadın peyda oluyor: Vildan. Kalan kısımlar ise Vildan ve roman yazarı arasında cereyan ediyor. Sonu ise müphem bir şekilde bitiyor. Puan kırmamın sebebi ise karakterler arsındaki bu kopukluk. Aslında kopukluk denemez bağlantının zayıf kalması diye ifade etsem daha doğru olur. Belki de finalde yaşanan tereddüdün bir yansıması da budur. Belki Peyami Safa da hangi kadının ana karakter olacağı konusunda tereddüde düşmüştür bilemiyorum. Bu tamamen kendi yorumum. Bunun dışında keyifle okuduğum bir yerli romandı. Kendi yazarlarımızdan okuduğumda sanki daha sağlam ilerliyormuşum gibi bir his de oluşuyor. Daha tatmin oluyorum nedense.
Bir Tereddüdün Romanı
Bir Tereddüdün RomanıPeyami Safa · Ötüken Neşriyat · 20207,1bin okunma
Üzülme, buralar da bir gün Müslüman olacaktır!
Sonradan Müslüman olan biri İngiliz, diğeri İsviçreli ve ikisi de eski isimlerini atarak Muhammed adını almış insanlardan söz etmiştim. Yeni doğmuş bir bebek gibi olan İslâmî safiyetlerinden, heyecanlarından, diriliklerinden anlatmıştım. Aralarında geçen bir konuşmayı nakletmek istiyorum. Kısaca şöyleydi: Konya’da, Mevlâna hazretlerini ziyaret ettikten sonra türbenin bahçesinde bir taşın üzerine oturmuş aralarında Türkçe konuşmaktadırlar. Müslümanların bütün dünyada düştükleri acıklı durumu dile getirmektedirler. Etraflarına bakmakta ve bozulmanın vardığı boyutları görerek üzülmekte ve dertleşmekteler. Nihayet biri ötekinin omuzuna elini atarak teselli dolu bir sesle: -Üzülme dostum, demiştir, üzülme, inşâAllah buralar da bir gün Müslüman olacaktır.
Biraz daha özlü bir anlatım olabilirdi..
Eshab-ı Kehf'ten fütüvvetnamelerde de sıkça bahsedilir, çünkü bu sure fütüvvetle ilgili bulunan üç sureden birisidir. Eldeki en eski Fütüvvetnameler Sulemi'nin 10. yüzyılda yazılan "Kitab al-Futuvva"sı ve Ansari'nin sufilerin fütüvvet hakkındaki sözlerini derlediği Arapça'sının yanında Farsça­sınıda verdiği "Fütüvvetname" adlı eseridir. İlk Türkçe fütüvvetname ise 13. yüzyılda yazılan Burgazi fütüvvet­namesidir. Bunu Seyyid Gaybi oğlu Şeyh Hüseyin'in Fatih Sultan Mehmet döneminde yazılmış fütüvvetnamesi takip eder. Daha sonra da pek çok fütüvvetname metninde Eshab-ı Kehf'e değinilir. Burada sadece Burgazi fütüvvetnamesine değindim. İslami yazındaki bu müthiş zenginlik kaynaklar konusunda seçici olmayı gerektiriyor, çünkü daha pek çok metinde Eshab-ı Kehf'ten bir şekilde bahsediliyor ve bunların hepsini bu çalışmaya almak müm­kün olmamıştır.
Sayfa 178
Türkçe or- “kesmek, biçmek” kökünden türeyen orak (eski biçimi orgak) kelimemiz, Farsçaya geçtikten sonra ereh biçimiyle "testere" anlamı kazanmıştır. Her ikisi de kesmekle alakalı olduğu için bir semantik ilgi kurabiliyoruz.
Sayfa 5
Azerbaycan’da konuşulan Türkçe, aslında Türkiye’nin doğusunda Erzurum’dan itibaren konuşulan lehçenin bir devamı olmasına, yani Türkiye Türkçesine çok yakın olmasına rağmen, eski Türkçe kaynaklı sümük kelimesi orada “kemik” anlamına gelir, aynı kaynaktan, Arapçadan alınan hürmet ise zamanla “rüşvet” anlamı kazanmıştır. Uygurcada ten kelimesi “gövde” demek iken, bizde “deri” anlamına dönüşmüştür.
Sayfa 4
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.