Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum. Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi.
"Her çeşit serüveni tatmak isterdim. Yanlış trene binmek. Bilmedik bir şehirde inmek. Cüzdanını kaybetmek, yanlışlıkla tevkif edilip geceyi içerde geçirmek. Bence serüven, ille de olağanüstü olması gerekmeyen ama olağanın dışına çıkan bir olay diye tanımlanabilir."
Sartre
Ölüme yaklaştığımda, boşuna yaşadığım duygusuna kapılmayacağım. Akşam yeryüzünün kızıla döndüğünü, sabah çiyinin ışıltısını ve dondurucu güneşin altında parlayan karları gördüm.
Sular hendeğine dolar. İnsanlar doğar ölür, gün doğar batar. Ağaçlar büyür çürür. Sular akar, bulut ağar. Ağayı öldürürsün, ağa gelir yerine. Bir daha öldürürsün, bir daha gelir.
Nem varsa şu mahzende,
Yatağım,
Yastığım,
Donum,
Gömleğim,
Sigaram,
Kibritim,
Kitabım,
Ellerim,
Gözlerim...
Nem varsa şu mahzende,
Nem varsa,
Nemli filân değil, düpedüz ıslak!
Yâni şu geçirdiğim on gün var ya,
On ay eder su içinde!
İnsan, dünyaya bir kere gelir. Keyfi nasıl isterse öyle hareket etmeli!... İnsanın müebbeden aynı yemeği yemesi, aynı çiçeği koklaması manasızdır. Hayatta biraz da değişiklik lazım...