Acının Kaynakları sözleri ve alıntılarını, Acının Kaynakları kitap alıntılarını, Acının Kaynakları en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
...insan korkudan kaçabilir ama kaygıdan kaçamaz. Dolayısıyla korku ve kaygı hem benzerdir, hem de farklı. Bu ikisinin bir arada bulunduğu gerçeği ise fenomenoloji sularını iyice bulandırır.
Bergler, çocuksu tümgüçlülüğün korunmasının kaygının azaltılması bakımından ve benlik doyumunu sağlayan bir kaynak olarak asli önem teşkil ettiğini öne sürmüştür. Çocuk aşırı düzeyde bir engellenmeyle karşılaştığında, tümgüçlülüğü tehlikeye girer. Çocuk küçük düştüğünü hisseder ve bunun sonucunda da öfkeden kudurur. Yetişkin faillerle “ödeşemeyecek” kadar biçare olunca da bu saldırganlığını kendi üstünden boşaltır. Ne var ki tümgüçlülük görüntüsünü muhafaza etmek amacıyla onu libidolaştırır ve hazsızlıktan haz çıkarmayı öğrenir. Doğuştan gelen bir temayül, haz-içinde-hazsızlık örüntüsünü mümkün kılmıştır. Bu olaylar daha sonra yetişkinlikteki ruhsal mazoşizm örüntülerine evrilir. Bergler, bu bağlamda üç adımlı dizisel bir süreç tarif eder: (a) mazoşist, hayal kırıklığının ve küçük düşmüş olma hissinin fitilini davranışlarıyla bilinci dışında ateşler ve bundan yine bilinçsizce haz duyar; (b) kendi provokasyonunun bilgisinin yerine başka bir şey koyarak hakarete haklı bir öfkeyle karşılık verir ve (c) böylesi bir “yalancı saldırganlık” daha fazla yenilgiye yol açınca, bilinçli olarak kendine acıma uğraşına kapılır. Bilinçdışında, bu mazoşist hazda zevk almaktadır.
Freud: “Kaygı, bastırmada sıfırdan yaratılmaz; hâlihazırda, mevcut hatırlatıcı imge doğrultusunda bir duygulanım durumu olarak yeniden üretilir. Duygulanım durumları, kadim travmatik deneyimlerin öncülleri olarak zihnin bünyesine katılmıştır ve benzer bir durum yaşandığında hatırlatıcı imgeler gibi yeniden canlanır.
Her bir durum veya tehlike, yaşamın belli bir dönemine veya zihinsel aygıtın belli bir gelişim evresine denk düşer ve ondan dolayı meşru olduğu izlenimi yaratır.”
..
-bazı tehlike durumları birey olgunlaştıkça tahliye gücünü yitirir, bazıları ise daha güncel biçimlerde varlığını sürdürür.
Klein (1957) da açgözlülük ile haset arasıda ki ilişkiyi açıklamıştır. İlki, nesnenin iliğini kurutmayı amaçlar. İkincisi de bunu yapar ama üstüne bir de kendiliğin kötü parçalarını nesneye yerleştirmeye uğraşır.
... Ebeveynler çocuğu yetiştirirken yaşadıkları zorlukları onun kafasına kaktığında çocukta uyanan “kötü olma” hissidir. Örneğin hamileliğinde ve doğumda yaşadığı zorlukları (“Biliyor musun, sen doğduğunda o kadar kanamam oldu ki az daha ölüyordum”) çocuğa tekrar tekrar anlatan anneler, ona muazzam bir suçluluk yüklemiş olur. Benzer şekilde, kültürel açıdan altüst olmuş yaşamlarını evlatları için yaptıkları bir fedakârlık (“Senin daha iyi bir hayatın olabilsin diye bu ülkeye geldik”) kisvesi altında göze sokan göçmen aileler de çocuğa büyük bir suçluluk hissettirir.... Gündelik dertlerinden şikâyet eden çocuklara bu ebeveynler şöyle cevap verme eğilimindedir: “Sen dert görmemişsin!” Veya, “Bu mu dert? Sen bir de benim ne çektiğimi bilsen!” vesaire. Böylesi karşılıklar alan çocuk, kendi sorunlarını dile getirdiği için kötü hisseder ve suçluluğun etkisi altına girer.
Bazı mazoşist kişilerde (dayak yemenin, cinsel istismara uğramanın vesaire değil de) ihanete uğramanın merkezî önem teşkil eder hâle nasıl ve neden geldiği ise o kadar açık değildir. Nasıl olduğu sorusunun cevabı şu: Mazoşist kişi, kandırılmaya ne kadar gizil olsa da belirgin ölçüde yatkındır. Kendisine söylenen her şeye inanır ve toz pembe
Çocukken arzularımız basittir, dosdoğrudur ve doyumdaki gecikmelere karşı tahammülsüzdür. Tutturduk mu tuttururuz; hayatın gerçeklerine ve isteklerimizin karşılanmasına engel olan kişilere itibar etmeyiz. Bu tür “düşmanlar” başımızdan gitsin, buhar olup uçsun, hatta ölsün isteriz. Onları yok etmek isteriz. Çocukluğumuzun kişilerarası dünyasının nispeten ufak çemberi düşünüldüğünde, bu “düşmanlar” genellikle ebeveynlerimiz ve kardeşlerimizi. Arzularımızın hemen doyuma ulaşmasının önündeki tek engel onlardır sanki. Ara sıra onlardan nefret etmemize ve çocukluğun o tipik mutlakiyet tutumuyla, ölmelerini istememize şaşmamalı. Ve işte başkalarının ölmesine yönelik bu arzular, insanın suçluluk deneyiminin temelini oluşturur. “Yok olma kaygısı” (bu konuya ilişkin literatürün kapsamlı bir değerlendirmesi için, bkz. Hurvich, 2003) olarak bilinen ve kendiliğin dağılması beklentisiyle yaşanan sıkıntidan farklı olarak, “yok etme suçluluğu” kişinin sevgi nesnelerini bizzat yok etmesiyle ilişkili olarak hissedilen sıkıntıdır.