seherceyolculuk.blogspot.com/2019/06/jeanjac...
*
Bölüm II: İnsanların sözü ilk kez gereksinimlerden değil güçlü duygulanımlardan dolayı buldukları üstüne:
*
Bizim bildiğimiz en eski diller olan Doğu dillerinin ayırt edici niteliği, oluşumları hakkında düşünülen didaktik işleyişe tamamen ters düşmektedir.
İlk tarihler, ilk söylevler, ilk yasalar dizeler halinde yazıldılar; şiir düzyazıdan önce bulundu; böyle olmalıydı çünkü güçlü duygulanımlar akıldan önce konuştu. Müzikte de aynısı oldu; ilk başta ne melodiden başka müzik, ne de sözün değişen sesinden başka melodi vardı; vurgular şarkıyı, nicelikler ölçüyü oluştururdu, ve insanlar, doğal sesler ve ritimle olduğu kadar eklemlemeler ve onların eklemlediği seslerle de konuşurdu. Söylemek ve şarkı söylemek eskiden aynı şeydi, der Strabon, bu da gösteriyor ki, diye ekler, belagatın kaynağı şiirdir. İkisinin de aynı kaynağa sahip olduğunu ve başlangıçta bir ve aynı olduklarını söylemek gerekirdi. İlk toplumların ilişki biçimine bakıldığında, ilk tarihlerin dizelerle yazılmış olması ve ilk yasaların şarkı biçiminde söylenmiş olması şaşırtıcı mıydı.? İlk dilbilgicilerin sanatlarını müziğe tabi kılmış olmaları şaşırtıcı mıydı.?
Sadece eklemlemeler ve bunların eklemlediği seslerden oluşan bir dil o halde zenginliğinin sadece yarısına sahip demektir; düşünceleri dile getirebilir, doğru, ama duyguları, imgeleri yansıtabilmek için bir ritme ve tek tek seslere, yani bir melodiye gerek duyar: işte Yunan dilinde olan ve bizimkinde olmayan şey. (Sayfa: 58)
*
İnsanlar kulaklar için resim yapmayı bilmediklerinden gözler için şarkı söylemek akıllarından geçiyor. (Sayfa: 73)
*
Dil ve yazı üzerine çok fazla kaynağa erişebilmek güç. Erişilen kaynakların(!) güvenirliği sorgulamaya açık. Örneğin dil ve yazı üzerine öyle yerli kaynaklar var ki, sanırsın Adem'den beri bu dil ve kullanılan alfabe mevcut.
Dilin Tarihi kitapları ile beraber J.J. Rousseau'nun
Dillerin Kökeni Üstüne Deneme kitapları tek başlarına diğer kaynaklara erişmeye ihtiyaç duymadan, ne başlangıcın ne de sonun kesin olarak konuşulabileceğini söyler. Ne dil ne de yazı, kimseye ait değildir.