Hayattan aldığın bütün zevkleri yitirdin. Önünde çıkmaz sokaklar bir bir dizilmiş. Hem kasten hem çaresizce yaratıcı hayata tutunduğun ipleri kesiyorsun. Gitgide cansız bir makineye dönüşüyorsun. Sevmeye nereden başlayacağını biliyor olsan da sevemiyorsun. Her düşünce bir şeytan, bir cehennem - her şeyi yeniden yapma şansın olsaydı şayet, ah, ne kadar da farklı yapardın bu kez! Eve gitmek, ana rahmine geri dönmek istiyorsun. Dünyanın, acımasızca bütün kapıları bir bir yüzüne kapatışını tek bir şey hissetmeksizin izliyorsun.
Ben kime öfkeliyim? Kendime. Hayır, kendime değil. Kime? Daima benim kalben olmak istemediğim bir şey olmamı isteyen ve kalben olmak istemediğimiz şeyler olmamızı istiyormuş gibi görünen topluma.. Ben bu insanlara ve simgelere öfkeliyim. Bu beklentilere göre yaşayamıyorum, çünkü öyle yaşamak istemiyorum.”
Günlükler bir su damlasından başka bir şey değilim. Milyonlarcası gibi ben de, doğduğumda her şey olabilme olasılığına sahiptim. Ben de çevrem ve kalıtımın kaçınılmazlıkları tarafından güdük bırakıl- mış, kısıtlanmış olarak, eğilip büküldüm. Ben de birlikte yaşayacağım bir dizi inanç ve ölçüt bulacağım, ancak bunları bulmanın vereceği o asıl memnuniyet, sığ ve iki boyutlu bir yaşamla – bir değerler bütünüyle nihayete ulaştığım gerçeğiyle bozulacak."
Sylvia Plath, bütün toplumsal normlara karşı gelmek için sokak ortasında burnunu karıştırdığını Günlükler'inde itiraf eder. Plath'ın bu itirafını okuduktan sonra okuduğum bütün romanlardaki ve günlüklerdeki beden hareketlerini ve tiklerini daha dikkatli inceler oldum.