Her insanın hayatında derin sorgulamalar yapma ihtiyacı duyduğu dönemler olur. Hatta öyle ki bazen çok daha ileri gitme cesareti gösterir ve tüm varlığına bir anlam aramaya başlar. Zorba'nın hikayesi işte böyle bir dönemde buldu beni. Yazarın isimsiz oluşu okuyucunun kafasında bir kısıt oluşturmamak, kendisini hikayede bulmasını sağlamak içindi belki.
Kitap dini, milli değerler üzerine, iyilik-kötülük kavramları üzerine oldukça ilginç ve derin yorumlar içeriyor. Bazı yönlerden alışılmadık yorumlamalar bulunurken bazı yönlerden ışık tutan fikirleri barındırıyor.
Kitapta sanıyorum beni en etkileyen şeylerden biri; kişinin toplumun ve gelinen alt kültürün dayattığı milli, dini, ahlaki kriterlerinden sıyrıldığında geri salt insan halinin kalması ve Zorba'nın insan olmak ve zaaflarına olan inancı.
İlk kez Yunan bir yazarın kitabını okuyorum. Alışkın olmadığım bir tarzı olmasına rağmen öyle tanıdık öyle sıcak coğrafyada geçiyor ki hikaye, adeta Girit'te kendini meltemli bir yaz akşamında hayal edebiliyorsunuz. Hele ki havada tınısı duyulan o türküyü seslendirdiğinde Zorba;
"iki keklik bir tepede ötüyor; ötme de keklik benim derdim yetiyor."
İki dostun ayrılış anında yaşadıklarını yüreklerinizde hissedebiliyorsunuz.