Yükselme hırsıyla ateşlenen kadrolar... Her yerde aynıdırlar... Bir tilki gibi kurnaz olacaksın, bir sırtlan kadar sinsi, köpekbalığı kadar sessiz, yılan kadar kıvrak, fırsat çıkınca bukalemun dili kadar hızlı kapacaksın istediğini.
"...Buruk bir tat veriyor algıladığı her şey. Doğa hala müthiş güzel, hala esin dolu, hala içine alıp yitme arzusu uyandırıyor. Ama biliyor Erdem, her şey doğadan ibaret değil; insan sosyal bir varlık. En ücra yerlere bile gitseniz, şu iki yüz metre aşağıdaki parlak renkli gürültücü hareketliler gelir bulurlar sizi. Onlar bulmazsa onların izleri bulur, onların imgeleri bulur, değerleri boksineği gibi kalkıp kalkıp iner, dolaşır, vızıldar beyninizde. İnsan olana insandan kurtuluş nerede?.. Dağa bakıyor. Kızıyor. İnsanlar olmasa, şu lağım fareleri, ne hükmü kalır onun da. Heybeti kimin kalbinde, kimin boyutlarına göre yüce. Bir kuş için yuva en çok, anlar mı o, aşağıdaki iki ayaklı uçamayanların yüreklerinin ateşini sınadıklarını sarplıklarında. Yine de muazzam görünüyor, yine de müthiş! Gevşedim diyor içinden, yine indirdim yelkenleri. Lağım fareleri de sevimli gözükmez mi bazen gözüne."
Neyi paylaşamıyorlardı büyük oynayan şu küçük insanlar. Yönetme hırsı. Başkalarının üstünde olma hırsı. Daha çok pay. Daha rahat bir yaşam. Büyük zenginlerin yaşamına daha benzer bir hayat. Amerikan filmlerindeki yaşamların kopyası yaşam özlemleri.
Filmler yalnızca çocukları etkiler sanırdı çocukken; ne kadar yanılıyormuş. Büyükleri zehirlemek içinmiş onlar, küçük dünyalarının sınırlarını alabildiğine geniş göstermek içinmiş.