"Başka biri oluyorum," dedim sana. "Evde başka, işte başka, sokakta başka." Deniz kıyısında, ormanda, kitap okurken, film izlerken, yemek yerken, kızarken, mutluyken, sevişirken, âşık olurken başka.
Dedin ki, "Onları tanıştırsana."
Parça parçaydı her şey, her biri, her gördüğü,
fakat o hepiciğini gözlerinde tamamlardı. Bu pencere çerçevesiydi; akvaryumu, ekranı, vitrini, perdesi, tülü, tükenişi, doğumu, yaşamı, tutsaklığı, kurtuluşu, ölümü.
Ayrımında olmadığı bir güven duygusuyla rahatladığı kısacık bir anda mırıldandığı ezgi, çırılçıplak bırakır mı o insanı? Mutlak bir yere ait kılar mı? Kökünü, utandığı ve sakladığı geçmişini açığa çıkarır da kat kat özenle makyajladığı yüzüne çarpar mı?
"Başka biri oluyorum;' dedim sana. "Evde başka, işte başka, sokakta başka." Deniz kıyısında, ormanda, kitap okurken, film izlerken, yemek yerken, kızarken, mutluyken, sevişirken, aşık olurken başka.
Dedin ki, "Onları tanıştırsana:'
Kim bilir nerelerden, hangi karanlık tarihten, gizli saklı köşelerden kopup gelmiş, boğulmuş da ölmüş sanılan fakat hortlayıp ortaya çıkıveren bir şarkı ya da türkü, bir anda ele verebilir mi insanı?
Yemek, ölümü çağrıştırıyor ona. En çok da karnıyarık.
Bir ölüyü soyar gibi soyup yatırdıkları için mi?
Boydan boya yarıp içine baktıkları için mi?
Üzerine kara toprak gibi soğanlı kıymayı döktükleri için mi?
Değil!