Göğsünde haç saplı bıçakla öldürülmüş bir adam.
Adamın kanıyla satırları çizilmiş bir İncil. İstanbul’dan Anadolu’nun derinliklerine, kadim dinlerin kadim kiliselerine bir yolculuk. Hıristiyanlığın bu topraklardaki kökleriyle yüzleşme. Kavimler bahçesi olan ülkemizin tükenmeye yüz tutmuş kültürlerine bir saygı duruşu… Süryaniler, Nusayriler, Rumlar, Türkler, Kürtler ve bu toprakları ülke yapan halklar… Ülkemiz kültürüyle bezeli, merakla okunan bir roman…
“Genzini yakan koku uyandırdı onu. Bu kokuyu tanıyordu. Yıllarca kapalı kalmış bir kilisenin kokusu. Kilisede yakılan kandillerin, ufalanan taşların, eriyen mermerin, çürüyen ahşabın, yıpranmış sayfaların, küflenen cesetlerin kokusu. Dehşete düşmesi gerekirdi ama sadece çevresine bakındı. Usulca kımıldayan siyah bir leke gördü. Biçimsiz, belirsiz bir leke… Simsiyah bir siluet… Gülümsedi lekeye.
Dün, Türk polisiye yazarlarının en önemli temsilcisi olan
Ahmet Ümit ile tanışma fırsatı yakaladım. Güzel sohbeti ve sıcak davranışları ile kaleminin yanında sohbetinin de ne kadar iyi olduğuna şahitlik ettim.