“Babalarımızın ölümü biraz da bizim ölümümüzdür. Hayat şu an bana çok boş ve beyhude görünüyor. Hırslar, kızgınlıklar, öfkeler. Anne ve babalarımızı el üstünde tutmamız gerek. Şu an her şeyimi babamla geçirilecek fazladan bir zaman için bağışlayabilirdim. Demek ki maddi olan manevi olanı satın alamıyor..”
Hayatımızın bu dünyada yakıştırma gibi durduğunu insanın faniliği kitaplardan değil ancak ölüm ve selamlaşarak hissedebileceğimi anlıyorum. Sadece canımız çok acıdığında dünyanın gelip geçiciliğini yakın bir bilgiyle biliyoruz
eczacıhanımkız ın paylaşımları hatırlamama vesile oldu. Yoğun iş hayatından dolayı hafta da bir gün okumaya ayırabiliyorum. Kocaeli gibi bir şehirde kapsamlı bir kitapçı bulamadığım içinde memleketime gelir gelmez uğradığım ilk mekan kitapçı oldu 🤗
Yolculukta ne ile karşılanacağı belli olmadığı için şimdilik bu kadarıyla yetiniyorum 🤗
i.hizliresim.com/2Pm9gj.jpg
Merhamet Timsah gözyaşları ve üretilmiş duygu toplumu için ‘duygu sonrası toplum’ nitelemesini yapıyor S. Mestrovic. Batı’nın dünyanın süregiden adaletsizliklerine karşı takındığı kökten lâkaydîyi duygunun tüketilmesi ile açıklıyor. Duygularla harekete geçme ve ötekine yardım etme isteğimizin körelmesi duygu sonrası toplumun belirtileridir. Duygu ifadeleri kısa ömürlü ve uçucudur. Duygular artık nadiren insanlığa dair genel bir alâka veya adalet talebinin sözcüsüdür. Haber bültenleriyle sınırsız bir biçimde uyarılan duygu giderek takatten düşüyor ve derinleşemiyor, dönüştüremiyor. Duygu sonrasından söz edilmesi duygularımıza karşı uyuştuğumuzu, onları eskisi gibi hissedemediğimizi anlatıyor. Reklamcılıktan dizi film veya haber endüstrisine dek bize bir şey satmak isteyen herkes, duyguları kitleleri manipüle etmek için hoyratça kullanıyor ve bu yüzden duygu hazinemiz tükeniyor. Gerçek olmayan duygular bize duyguymuş gibi sunulduğu için sahici duyguları hissetmekte zorlanıyoruz. Sahte duygular süpermarketinde duygu tüketilen bir meta halini aldığı içindir ki yanı başımızda ıstırap içinde haykıran komşumuzun sesini duymuyor, onun acısını hissedemiyoruz. ‘Kurbanlar karşısında duygudaşlık göstermiyoruz’ diye yazar A. Gruen, ‘aksine kurbanlar bizde tedirginlik yaratıyor, hatta kendi içimizdeki kurbandan nefret etmeye zorlandığımız için kurbanlardan nefret ediyoruz’. Gruen bu kayıtsızlık politikasına ‘normalliğin deliliği’ adını veriyor.
Ümit ve merhamet. ‘Bir düş kuruyorum’ diyebilmek. Soluduğumuz havayı zehirleyen ve bizi birbirimize düşman kılmak isteyen zalimlere inat, merhamet. Çünkü zalimlik ötekini utandırarak, aşağılayarak, onun saygınlığını ayaklar altına alarak, haklarını değersizleştirerek zulmünü icra eder. Merhamet, insan onur ve saygınlığının çiğnenmesine karşı durmaktır. ''