Yazar, okulun toplumsal kutuplaşmaya ve psikolojik çöküntüye yol açtığını ortaya koymaya çalışmış.
Eğitimin “okullaştırıldığını” sadece eğitimin değil, toplumsal gerçekliğin kendisinin de okullaştırıldığını ve her yerde sadece eğitimin değil, bir bütün olarak toplumun “okulsuzlaştırılma”ya ihtiyacı olduğunu ifade ediyor. (syf.8-9) Okulsuzlaştırılmış bir toplumun tesadüfi veya formel eğitime yeni bir yaklaşımı olduğunu belirtiyor. Yazara göre çağdaş toplum, bilinçli tasarımların bir sonucudur ve eğitim fırsatları da bunlara göre tasarlanmıştır.(syf.29)
Asıl bilgiyi okula gitmeden öğrendiğimizi, okul dışında da öğrenebileceğimizi, insanın nasıl yaşanılacağını, konuşulacağını, sevineceğini, üzüleceğini, oynamayı herhangi bir öğretmen olmadan da öğreneceğeni söylüyor.
Ahlakçı bir öğretmen ebeveynlerin, öğrenciyi sadece okulda değil, genel olarak her toplumda neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda eğitir. Ve böylece tüm öğrenciler kendilerini eşit bir şekilde aynı devlete ait hissettiğinden emin olur.(syf.39)
Bireysel öğrenme ve toplumsal eşitlik okullaşma ritüeliyle artırılmaz. Okul bize öğretimin öğrenmeyi ürettiğini öğretmektedir. Kişinin de kendini okul dışında eğitebileceğine duyulan inancın sona erdiğini ifade ediyor.(syf.48)
Okulun gelir dağılımı konusunda toplumlarda oluşan sınıfsal ayrımı ifade edilmiştir.
Peki yeni eğitim kurumlarının planlanması nasıl olmalıdır. Bu sorunun cevabı yazara göre: “Kişi ne öğrenmelidir?” sorusuyla değil, “Hangi seviyedeki insanlar öğrenci olarak öğrenme eylemi için bir ilişkiye girmeyi istemektedir?” sorusuyla işe başlanmalıdır.