Orhan Pamuk’a babası ölümünden iki yıl önce küçük bir bavul verir. Ölümünden sonra da içindekileri okumasını ister ve bu bunaltıcı konu ikilinin arasında kapanır. Bavul Orhan Pamuk’a yabancı değildir çünkü bu bavul babasının her uzaklaşmak istediğinde içine defter ve kitaplarını doldurup Paris’e yanında götürdüğü bavuldur. Orhan Pamuk asıl korkusunun bilmek, öğrenmek bile istemediği asıl şeyin babasının iyi bir yazar olma ihtimalinin olmasıdır. Çünkü babasının diğer yüzüyle karşılaşmaya hazır değildir, babasının içinden bambaşka bir adam çıkma ihtimaliyle. Pamuk’a göre yazar olmak insanın içinde gizli ikinci kişiyi, o kişiyi yapan alemi sabırla yıllarca uğraşarak keşfetmesidir. Kendi içine dönen ve bu sayede kelimelerle yeni bir alem kuran insan demektir,
.
.
.
Mimarlık okuyan ve ressam olma yolunda hızla ilerleyen Orhan Pamuk, kendi deyimiyle “Ressam olamayacakmışım gibi hissettim”, mimarlığı bırakıp üçüncü sınıfta olmaya karar veriyor. Yazar olmaya karar vermek sığdır. Kitap, yazarı, kitabı, okuyucuyu ve nasıl yazılacağını ve okunacağını o kadar iyi anlatıyor ki, karar vermeye değil, yazar olmaya adanmışlık olduğu söylenebilir. Bence kitabın en duygusal makalesi “Babamın Bavulu”. Bu yazıda Pamuk, kendisine Paris sokaklarında Sartre’ı görme hikayelerini anlatan ve yazarımızı her zaman cesaretlendiren babasını minnetle hatırlaması olmuştur.