İnsanlara huzur verme çünkü huzurlu toplumlar politikacıları önemsemez. İnsanlar gerçekten huzurluysa politikacılar anlamsız olur. Eğer insanları sürekli korku içinde tutarsan politikacı güçlü olur.
İnsan özgürlüklerinin sonuncusu yani belli koşullar altında insanın kendi tutumunu belirlemesi kendi yolunu seçmesi ve kampta yapılacak bir tercih her zaman vardı. Her gün her saat insanı kendi özünden içsel özgürlüğünden yoksun bırakmakla tehdit eden güçlere boyun eğip eğmeyeceğimizi, özgürlük ve onurdan vazgeçerek tipik bir kamp sakini kalıbına girmemizi sağlayacak şekilde koşulların bir oyuncağı olup olmayacağımızı belirleyen kararları verme fırsatı sağlıyordu. Dolayısıyla bu tür koşullar altında bile temelde insan ne olacağına karar verebilmektedir.
Mizah duygusu geliştirme ve olayları mizahi bir ışık altında görme çabası, yaşama sanatında ustalaşırken öğrenilen bir hiledir. Her an her yerde acı bulunmasına karşın bir toplama kampında bile yaşama sanatını uygulamak olasıdır.
“Kafama bir düşünce saplandı: Yaşamımda ilk kez, onca şair tarafından dile getirilen, onca düşünür tarafından nihai bilgelik olarak ortaya konan gerçeği gördüm. Gerçek: İnsanın özleyebileceği nihai ve en yüksek hedef, sevgidir. O anda, insan şiirinin ve insan düşünce ve inancının vermesi gereken gizin anlamını kavradım: İnsanın sevgiyle ve sevgi içinde kurtuluşu. Dünyada hiç bir şeyi kalmayan bir insanın, kısa bir an için de olsa, sevdiği insana ilişkin düşüncelerle ne kadar mutlu olabileceğini anladım.”
"Artık çok iyi öğrendiğim tek bir şeyi biliyordum: Sevgi fiziksel bir varlık olarak, sevilen kişiden çok daha öteye gidiyordu. En derin anlamını tinsel varlıkta, iç benlikte buluyordu. Onun gerçekten var olup olmadığı, yaşayıp yaşamadığı önemini bir ölçüde yitiriyordu."
"Birey olarak siz, yaptığınız tek bir şeyle ölçülemezsiniz.Hayatınız karmaşık ve sürekli değişen bir düşünceler, duygular ve hareketler akışıdır.Başka bir deyişle bir heykelden çok, bir nehirsiniz."
“Zaferin tatlı olduğu ve yenilginin genellikle acı olduğu doğru olsa da, bir işte başarısız olmak ölümcül bir zehir olmak zorunda değil ve kötü tat sonsuza dek kalamaz.”
yaşamınızda bir kez bile başka birinin eleştirel yorumları sizi üzmemiştir. Bu yorumlar ne kadar vahşi, kalpsiz ve zalim olursa olsunlar, sizi rahatsız etmek ya da ufacık bir sıkıntı yaratma güçleri yoktur.
..
Bu durum şöyle gelişir: başka biri sizi eleştirdiğinde, aklınızdaki belirli düşünceler otomatik olarak tetiklenir.
Hiçbir şeyden korkmuyordum bu yüzden özgürdüm. Çünkü yaşamımız boyunca bizi köleleştiren isteklerimiz, umutlarımız, korkularımızdır. Özgürlüğüm onları öfkelendiriyordu. Hâlâ istediğim, hâlâ korktuğum ya da hâlâ özlediğim bir şeyler kalmış ollması hoşlarına giderdi.
O zaman beni bir kez daha köleleştirebilirlerdi.
"Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla yaşamadım."
"Çocukken, kendi evrenimizin merkezinden yola çıkarız, meydana gelen her şeyi ben merkezci bakış açısıyla yorumlarız. Ebeveynlerimiz, dedelerimiz, ninelerimiz, bize dünyanın en tatlı ve en iyisi olduğumuzu söylediğinde onların bu ifadelerini sorgulamayız ve öyle olduğumuzu düşünürüz. Ve derin düzeyde, kendimiz hakkında ne öğrenirsek öğrenelim, hayranlık duyulacak biri olduğumuz hissini taşımaya devam ederiz. Sonuç olarak, sonrasında bize kötü davranan biriyle karşılaştığımızda öfkeleniriz. İyi hissetmeyiz. Tanıdık bir duygu değildir bu, kendimizi evimizdeki gibi hissetmeyiz. Ama çocukluk döneminde istismar ya da ihmal edildiysek ya da cinselliğe iğrenme ile bakılan bir ailede büyüdüysek, içsel haritamız farklı bir mesaj taşır. Benlik algımız aşağılama ve küçümsemeyle belirlenir ve "o kişinin kaderimiz olduğunu" düşünürüz ve bize kötü davranıldığında karşı gelemeyiz.