Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İngiltere / Runnimede, 1215 Ocak... Runnimede'de her zamanki gibi yağmur yağıyordu. Kara bulutlar çökmüştü ormanın, şehrin üzerine. Kalenin dışında pek fazla köylü görülmüyordu. Sadece kale içindeki pazarda mallarını satmak için gelmiş birkaç tüccar vardı, hepsi bu. Kendi aralarında konuşuyor ve söyleniyorlardı. Toprak ağası baronlar vergileri gittikçe artırıyordu. Bunun nedeni de Kral'ın sürekli kendilerinden asker ve para talep etmesiydi. Biraz sonra kaleye alınacaklardı ama atlarını dışarıda bırakmaları istenmişti onlardan. Kral, kendi atları dışında başka atların pisliğini kale içinde görmek istemiyordu. Tüccarlardan birisi yüksek sesle bağırdı: "Zaten Baronlar, Kral'ın artık çok olduğunu ve ona gereken dersi vereceklerini söylüyorlar." "İşini bitireceklermiş." "Papa III. Innocent da onları destekliyormuş ama politika gereği Kral'ın yanında gibi görünüyormuş..."
"Bu köyden misin hemşerim?" dedim. "Değiliz bu köyden amma, buralı olduk sayılır. Yirmi senedir burda hamallık ederim." "Buralı sayılırsın." "Sayanlar da var, saymayanlar da." Amma da köye düşmüşüm ha! Şöyle aydınlık cevap veren birine rastlamayacak mıyım bu köyde? "Köyünüz güzel ama..." "Gününe bağlı. Güzel günü olur, cigaran, paran varsa... Ocak yanarsa... Çorba pişerse, yük çıkarsa... Tıngırın varsa... Keyfin gıcırsa..." "Doğru, her şey şarta bağlı şunun şurasında." "Şartsız şurtsuz yaşayanlar da var." "Var, var ama..." "Ölüm de var arkada, ölüm. Şu köşkün sahibi de ölecek. Şu horoz da." Göğsüne vurdu: "Şu ben de" Yüzüme baktı: "Şu sen de..." "Doğru, doğru ama," dedim, "yine fark var." "Nede? Ölüden ölüye mi?" dedi. Şaşkınlığıma geldi: "Öyle ya," dedim. "Yok yok!" dedi. "Ölüden ölüye fark yok; canlıdan canlıya fark var." Düşündüm: Domuzuna haklıydı. İçimden, "Vay anasını!" dedim. Sanki "Vay anasını!" dediğimi duymuş gibi yüzüme bakıp; "Ya!.." dedi. "Ben de onu söylemek istiyordum ya, canlıdan canlıya fark domuzuna," dedim. "O var," dedi. "Amenna!"
Reklam
J. R. R. Tolkien (3 Ocak 1892 • 2 Eylül 1973)
"Üç Yüzük göğün altında yaşayan Elf krallarına, Yedisi taştan saraylarındaki Cüce hükümdarlara, Dokuzu ölümlü insanlara, ölecekler ne yazık; Bir Yüzük gölgeler içindeki Mordor Diyarı'nda, Kara tahtında oturan Karanlıklar Efendisi'ne. Hepsine hükmedecek bir yüzük, hepsini o bulacak, Hepsini bir araya getirip, karanlıkta birbirine bağlayacak Gölgeler içindeki Mordor Diyarı'nda."
"1920 baharı muhteşem bir mart sabahında Sultan Dağları'nın sınır çizdiği Batı Anadolu'ya kan ve barut kokularıyla geliverdi.Yine de sırtlar yemyeşildi, toprak kokusu yine de gönül alıyordu ve doruklardaki karlar yine de sarışın fısıltılarıyla insanın içine zevk veriyordu, ılıklık veriyordu. Bu mart sonunda bir türkü gibi dağı taşı saran baharın derinliği, diriliği ve üretim gücü bütün Anadolu ruhlarını da sarmış gibiydi. Payitahta düşman askeri girmişmiş.. Yunan ordusu insanın eşini görmediği bir zulüm fırtınası gibi içerilere kadar dayanmışmış.. Aynı büyük ve asil devletin nimetleriyle beslenen Rumlar, Ermeniler arkadan vurup dururlarmışmış.. Bahar öyle bir geliş geldi ki bütün bu kahredici mışmışların üstesinden sanki bir Köroğlu, bir Genç Osman narası esiverdi.sanki bütün bu mışmışlar ocak ayının donları, fırtınaları gibi çözülüp, silinip gitti, sanki her şey yeniden başlıyordu, tıpkı 1071'deki gibi, tıpkı 1299'daki gibi. Sanki Anadolu kocaman bir kovandı da oğul vermeye hazırlanıyordu, ölen arılar dışarı atılacak, bölümler temizlenecek, çiçek tarlalarına doğru o yaratıcı, o biriktirici,o eşsiz uçuşların şevki başlayacaktı..."
Sayfa 285Kitabı okudu
'Yol'un senaryosunun bitiş tarihi 23 Ocak 1980'di. Arkasından 'Dağ' adlı bir senaryoya başlamayı tasarlıyorduk. 'Dağ' hakkında da uzun uzun konuşmuştuk. Onda da oynamamı kararlaştırmıştık. 'Yol'daki rolüm Bingöl'deydi. Onu tamamlayınca Muş'a geçecek, 'Dağ' filmine başlayacaktık.'Dağ'ın yönetmenliğini Zeki Ökten yapacaktı. Öncelikle sansürden geçirmek gerekiyordu. Aldım senaryoyu, gene ben götürdüm Sansür Kurulu'na. Reddedildi. Daha sonra Danıştay'a başvurduk, orada da reddedildi. Gerekçe ikisinde de aynıydı: 'Dağı aşmak, emperyalizme karşı bir savaştır; burada 'dağ' bir simge olarak kullanılmakta, bilinmeyen güçlere karşı savaşmak anlamına gelmektedir' gibisinden iki sayfa dolusu yazmışlardı. Büyük bir keyif ve mutlulukla planlanan, ama hayata geçirilememiş bu hikâye, dağın ardında kurulu bir köyde başlıyordu. Yolları kardan kapandığı için kuruldu kurulalı bu köyden kışın kimse kasabaya inmemişti. Oynayacağım adamın oğlu ölüm döşeğindeydi. Dört arkadaş, yüzyıllardır kimsenin yapamadığını yapmayı göze alıp hasta oğlanı hastaneye yetiştirmek üzere, hem dağı, hem de köyün kaderini aşmaya karar veriyorlardı.Yolda önce hasta çocuk ölecekti. Ama baba,ötekilerden bunu saklayacaktı. Günler sonra iki ölü daha verilecekti. Her şeye karşın kasabaya inildiğinde baba, sadece, "Başardık," diyecekti... Bu film, 'Yol' kadar büyük bir projeydi ama onun kadar şanslı değildi...
Geniş toprakları paylaşamayan iki zengin dövüşecek otomobilleriyle ortaya şereflerini koymuşlardı. Çakır Yakup'un bir güvendiği vardı. Çilli Hoca, Buick için bir muska yapmıştı. Herkes biliyordu, bu muskayı üzerine takanın, savaşa bile girse vücuduna mermi, şarapnel, top işlemezdi. Değil Buick, Alman tankı olsa işlemez.. Çakır Yakup Buick'e son bir kez daha baktı. Çilli hocanın verdiği muska gizlediği yerde duruyordu. Bu Çakır Yakup besbelli herkesi sersem sanıyordu. Elin yabandan gelmiş Çakır Yakup'u , şeyh sülalesi ocak olmuş Çilli Hocayı bilir de, bu memleketin eşrafı Rıza Bey Çilli Hocayı bilmez mi? Cadillac'ın radyatörünün içinde de Çilli Hocanın bir muskası vardı. İşaret verecek adam tabanca elinde ortaya çıktı. İki şoför de hazır olduklarını bildirdiler. Tabanca patladı. İki yandan iki homurtu duyuldu. Bütün olan biten bir dakikanın içinde olmuştu. İki araba, iki dövüşken horoz gibi birbirinin üzerine atıldı. Bir çarpışma ... İki motorun homurtusu ... Seyirciler bir çığlık koyuverdiler, kimisi başını iki elinin arasına aldı. Sanki iki araba son hızla birbirine çarpınca başka bir şey mi olacak sanıyorlardı? Ne Buick, ne Cadillac kavgadan kaçmıştı. Şimdi iki araba da parça parça olmuş, birbirlerinin içine girmişti. Yamru yumru olan iki karoser, parçalanan motorlar yere serilmişti. Çakır Yakup Bey, -Eyvah şerefim!.. Ama onunki de ... diye söylendi.
Reklam
İlk kucak... İlk ocak... Hatice ilk cemaat... İlk Uyan... İlk doğrulayandı. Hz. Muhammed'in (s.a.v) imamlığında ilk namaz kılan ümmet makamındaydı... Hz. Hatice / Safiye Çetinkaya
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.