Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.38
Sena Bir
Sena Bir
@senabern
Uluslararası İlişkiler Uzmanı
Avrasya Üniversitesi
Trabzon
17 Ocak
55 okur puanı
Aralık 2020 tarihinde katıldı
Araştırma meraklılarının çok seveceği, kapsamlı araştırmaları ile yazarın yorumlarını ihtiva eden bu kitap, çok kritik konulara değinmiş. Özetle yediden yetmişe herkesin sepetine attığı o paketli gıdaların, GDO'lu besinlerin zehir saçarak insan hayatını bir meta kadar ucuzlaştırdığı, covid-19'un laboratuvarlarda üretilmiş "insan yapımı" biyolojik bir silah olmasının kuvvetle muhtemel olduğu bunun yanında eğitim hayatı boyunca beyninin sol lobu çalıştırılmış olan fakat gönül gözü kapalı sözde bilim adamlarının yapay zeka vb. teknolojik icatlarının insanlığın sonunu getirebileceği gerçeklerini yazar, bir tokat gibi okuyucusunun yüzüne çarpıyor. Dahası kitap üç ciltten oluşuyor. Bahsettiğim ikinci cildi idi. Dediğim gibi meraklısı diğer ciltleri de edinerek yazarın terör yakıştırmasında bulunduğu farklı konu başlıklarını inceleyebilir.
Franz Kafka'nın en tanınmış öyküsü olan Dönüşüm, zannediyorum ki dolaylı olarak kapitalist sisteme ağır bir eleştiri getirmek istedi. Öyle ki öykünün başkahramanı Gregor Samsa, ne zaman ki kapitalist sisteme ayak uyduramaz hale geldi o zaman değersizleşti. Gregor Samsa pazarlamacılık yaparak hayatını idame ettiren bir adamdı. Hayatının tümü işinden ibaretti. Anlayacağınız tekdüze bir yaşamı vardı. Tam da kapitalist sistemin umduğu gibi... Fakat bir sabah uyandığında bir böceğe dönüştü. İşte o sabah Gregor Samsa'nın yazgısı ölüme hiç olmadığı kadar yaklaştı. Çünkü kapitalist sistemin elde edemediklerini yalnızlaştırmak gibi acımasız bir huyu vardı. Kapitalizm gerçeğini müthiş bir algoritma üzerinden gözler önüne seren yazarı yürekten kutluyor ve bu kitabını tavsiye ediyorum.
Psikolojiye ilgi duyanlar için içerisinde pek kıymetli analizler mevcut olan bu kitap, maalesef ki benim tarzıma hitap etmedi. Fakat dediğim gibi içerisinde çok kıymetli analizler mevcut. Bu analizlerin kişinin davranışlarının altında yatan sebepleri açığa çıkarmak gibi bir özelliği de mevcut. Örneğin kıskançlık duygusuna şematik olarak baktığımızda üç faktörle karşılaşırız: sen ben ve öteki. Ben kişisi sen kişisinin ötekiyle duygusal yakınlaşma ihtimalinin içinde boğulur kalır. Bu durum esasında sevgiden bağımsız olarak yaşanır. Daha çok özgüven eksikliğine yorulur. Kendinde sevilecek bir yan görmeyen kişi, hayatındaki insanın başka ilişkilere açık olduğunu düşünür. O yüzden derler ya birini sevebilmek için evvela kendimizi sevmeliyiz. Güney Amerika'nın ünlü psikanalisti Gabriel Rolon'un kaleme aldığı bu eser, meraklısına tavsiyemdir.
Okur Takip Önerileri
Öncelikle şunu söylemeliyim, yazarın öyle akıcı bir anlatım dili var ki yazar, daha ilk sayfalardan itibaren okuyucuyu olayın içine çekmeyi başarıyor. Peki, olay nedir? Samson ile Beyah'ın aşkı... Bu iki karakter dışardan bakılınca birbirlerine zıt gibi gözükseler de zaman geçirdikçe ortak yönlerini keşfediyorlar. Ve haliyle yakınlaşıyorlar. Ne var ki esasında onlarca suça karışmış olan Samson, yaz bitiminde Hava Kuvvetleri Akademisi'ne gideceği yalanını uydurmuştu. Dolayısıyla ya kalp kırıklarıyla sona eren bir yaz aşkı yaşanacaktı ya da uzun soluklu bir ilişki. İşte bu olasılıkların önüne koyulduğu okuyucu, merak duygusuyla tabiri caizse yanıp tutuşturuluyor. Öte yandan olay örgüsüne kronolojik olarak baktığımızda, Beyah'ın fakirlikle sınandığı geçmişiyle karşılaşıyoruz. Tek gecelik bir ilişkinin meyvesi olan Beyah, madde bağımlısı olan annesiyle hayata tutunmaya çalışırken annesi babasından aldığı tüm nafakayı Beyah'tan habersiz sadece ve sadece maddeye yatırıyor. Hal böyle olunca Beyah, dibine kadar yokluk çekiyor. Yiyecek yemek dahi bulamayan Beyah, cılız kalıyor. Beyahın bu sefil hayatı annesinin ölümünden sonra babasının yanına gitmesiyle son buluyorsa da bu defa Beyah, bir aşk meltemine kapılıyor. Öylesine derin, öylesine sürükleyici bir roman ki bu, sıkı okurlar mutlaka bir şans vermeli bu romana.
Avrupa'nın göçmen nüfusa onların ölümü pahasına kapılarını kapatması, göçmenlerin ülkelerinde ölüme terk edilmeleri ve yaşanan can pazarı... Göçmenlerin kolay bir hayat yaşamadıklarını az çok tahmin ediyoruz ama inanın olayın iç yüzü tahminlerin çok daha ötesinde zor... Bunun böyle olduğunu anlamak, bu kitabı okuyunca mümkün oldu benim için. Çünkü kitap okuyucusuna şu soru aracılığıyla vicdan muhasebesi yaptırıyor: Evladınızın canını kurtarmak pahasına ondan vazgeçebilir misiniz? Bu soruya cevap vermek yürek istiyor gerçekten. Dolayısıyla olay akışı da merak uyandırıyor.
Ben bu kitabın konusu itibariyle hem insani hem politik yönleri olduğunu düşünüyorum. Ve mümkünse bu kitabı bilhassa devlet büyükleri okuyup anlamalı ki politikaları yalnızca ulusal çıkarlarına değil Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi'ne de hizmet etsin. Satırlarıma anlatmak istediğimi ifade eden Atatürk'ün özlü sözüyle son vermek istiyorum: "Yurtta sulh, cihanda sulh! "
Kitap alırken radikal bir seçim yaptım ve elim "Benim Adım Sena" ya gitti. Kitabın kapağında kendi adımı görünce konusuna da merak saldım. İşte kitaba radikal bir seçim dememin sebebi de buradan geliyor çünkü kitap dini kategoriye giriyor. Beni bilen bilir; siyasi, tarihi, edebi şeyler okumayı severim. Fakat bu defa adeta zincirlerimi kırdım ve hudut bellediğim çizginin dışına çıktım.
İnancı uğruna adına "Hicret" dediği uzun bir yolculuğa çıkan o cesur yürekli kızın adı, Sena. Evet Sena çok cesur yürekli çünkü vaktiyle putperestlerin bile ailelerine karşı gelemediği için İslam'a sırt çevirdiğini gördük fakat Sena fıtratındaki İslam aşkıyla yola çıkmayı seçti. Sena bu yolculukta yalnız olduğu kadar değildi de. Çünkü yüce Allah ona kah rüyalar aracılığıyla kah nur yüzlü insanlar aracılığıyla yardım gönderdi. Ve hicretini İstanbul'da tamamlayan Sena, aradığı huzura İslam ışığında kavuştu...
Beni derinden etkileyen bu romana herkesin bir şans vermesini tavsiye ediyorum. İnanın ki Sena'nın sadece Allah'a dua ederkenki cümlelerini okurken bile ruhunuz huzurla dolacak.
Hemen hemen okuduğum her kitaba bir inceleme yazısı yazıyorum fakat öyle sanıyorum ki bu en kıymetlisi olacak. Zira yazarın anlattığı her şey kelimesi kelimesine önem arz ediyor. Ayrıca yazarın kendisi de çok muhterem bir zat. 2015 senesinde yaşamını yitiren Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, dünyanın en genç yaşta profesör olmuş kişisi ve iki kez çeşitli
Bu romanı alırken tercih kriterlerim arasında; Stefan Zweig kitapları gibi ince ama etkileyici olması, akıcı bir dille yazılmış olması ve bir önceki defa okuduğum dünya klasiğinden sonra bana biraz "heyecan vermesi" var idi. Roman kısaydı ama beni ne kadar etkilediği tartışılır. Zira hiç ummadığım kadar kötü bir sonla bitti ve arka
Dünya klasiklerinden biri olmaya layık görülmüş olan bu eser, bir makale edasıyla okuru yazar ile hemfikir olmaya itekliyor. Yazar bu amacında muvaffak olabilmek için okuru daha ilk sayfadan itibaren ikna etmek üzere tabiri caizse kolları sıvıyor. İkna edilmek üzere ele alınan konular ise asla alelade şeyler değil; meşruiyet, yasama ve yürütme
Birbirini seven Ali-Münire çiftinin kaçması onları ömür boyu göçebe bir hayat yaşamaya mecbur etmiş ve en nihayetinde vagondan bir evde yaşamaya başlamışlar. Çiftin çocuğu olan ve hikayeyi kendi ağzından anlatan Mustafa, göçebelikten ötürü kendini hiçbir coğrafyaya ait hissedememiş zaten kitabın sonunda da büyük şehre göçme kararı almış. Tavsiye üzerine okuduğum bu hikayenin verdiği güzel mesajlar var mı var ama ben yine de kitabı mutlak suretle okumaya değer bulmadım. Zira Mustafa da babasının yaptığı gibi sevdiği kızı Feride'yi kaçırmaya yeltenmiş ki fikrimce bu hiç sağlıklı bir örnek teşkil etmiyor. Kitabın sonu da okuyucuyu şaşırtan cinsten degil. Fakat aynı zamanda kitabın geçtigi dönemde sosyalistlerin komünistlerle bir tutulup ötekileştirilmesi, yargıdan elini eteğini çekmeyen siyasetçilerin türediğinin gözler önüne serilmesi üzerinde düşünülmesi istenen ince mesajlar olmuş. Kitaba şeklen bakıldığında ise Anadolu Türkçesinin Arapça sözcüklerle harmanlandığı söylenebilir. Bu şekli ve sayfa sayısının mütevaziliği itibariyle kitap, bir solukta okunabilir.
Bu kitabı okudukça yazarın herkesin anlayabileceği dilden anlatmaya, kullandığı mefhumları bir bir açıklamaya eğilim gösterdiğini fark ettim. Çünkü kitabın konusu o kadar herkesi ilgilendiriyor ki bir kişinin bile"yahu bu adam ne anlatıyor" dememesi için yazar resmen bir ders kitabı yazmış. Evet herkesi ilgilendiriyor çünkü devlet
Tahakküm altında dini vecibelere münasip bir biçimde yaşamaya çalışan Dorothy'nin; gırtlağa dayanan borçlar, yaşadığı kasabadaki bitmek bilmeyen dedikodular, etrafındaki dinsizleri dine yöneltmek için sarf ettiği beyhude çabalar, papazın kızı olsa bile erkeklerin onu kovalamasından bütünüyle kaçamayışı yüzünden gitgide dine bakış açısı olumsuz
Gönülden isteyerek seçtiği öğretmenlik mesleğinden meslektaşlarının bıkkın halleri, toplumun eğitime olan duyarsızlığı ve öğretmenin ancak lafta değerli olması gibi sebeplerle uzaklaşan Arif öğretmen ile seminerine katıldığı Doğan hocanın sohbetinin konu edildiği kitap... Sohbetin ilerlemesiyle sizli bizli konuşmalar yer yer senli benli
Sindire sindire okuduğum "Kırmızı Saçlı Kadın" kitabı, okuyucuyu gitgide içine çeken bir konuya sahip. Zira sayfaları çevirdikçe yeni bir gerçeği öğreniyorsunuz. İşin ilginç yanı şu ki bu gerçekler son derece alışılmışın dışında kalacak cinsten oluyor. Söz gelimi romanın baş kahramanı olan kırmızı saçlı kadın, bir lise öğrencisiyle sarhoşken birlikte olmuştu ama aslında onun babasına aşıktı. Üstelik bu liseli gençten bir oğul dünyaya getirmişti kırmızı saçlı kadın. Yanı sıra, nasıl ki kitabın adı bir betimlemeye dayalıysa kitabın kendisi de okuyucunun gözünde olayları canlandırabileceği betimlemelerle dolu. Yazarın kullandığı dil ise süslü sözcüklerden uzak yani gayet yalın ve yabancı kelimelere neredeyse hiç rastlanmayan sadeliktedir. Zannediyorum ki kitap alışılmışın dışında gerçeklerle dolu iken bir de üstüne ağır dil kullanarak okuyucuyu kaçırmak istememiş yazar. Eh isabetli olmuş :)
Siyasette türlü akıl hileleri ile hakikatin önemsizleştirildiğini gözler önüne seren kitap... Post modern çağın insanları gerçekten ziyade kulağa hoş gelen yalanlara meylediyor. Bunda şüphesiz bizi kendi önyargılarımızı onaylayan gönderilerle çepeçevre saran sosyal medyanın etkisi var. Bunun yanında insanı rasyonel düşünmekten alıkoyan duyguların siyasetçiler tarafından retorik sanatı vasıtasıyla uyandırılması, kelimenin sesteşliğinden istifade etmek, muhalefetin "vatan haini" ilan edilmesi yoluyla eleştirinin önünün kesilmesi gibi akıl hileleri aracılığıyla hakikatın özüne her geçen gün biraz daha ihanet ediliyor. Kitabın okurdan beklentisi ise verdiği örneklerle daha bilinçli bir seçmen, vatandaş olunması. Algıyı değiştirmeyi ve bakış açısını genişletmeyi hedefleyen bu kitap, okunmaya değer!
Ben bu kitapta yazarın Orta Doğululara bir çağrıda bulunduğunu düşünüyorum. Genel itibariyle Orta Çağ'ın gözdesi olan islam topraklarının ne gibi hatalardan kaynaklı olarak Batı uygarlığının gerisinde kalışı masaya yatırılıyor. Dar'ül İslam gereği Batılılarla savaşmazken dahi savaştaymış gibi sınırlı ilişkiler geliştirilmesi, matbaanın "gavur icadı" diye nitelendirilerek XVIII. yüzyıla kadar Osmanlı'ya sokulmaması, Rönesans ve Reform gibi Avrupa'yı kalkındıran hareketlere Orta Doğu'nun yabancı kalması, ulusçuluk akımının yarattığı bölücü ve dağıtıcı etki, kapitülasyonlar bu hataların başında geliyor. Kitabın sonunda yazar, Orta Doğu halklarına adeta umut aşılamak istercesine Batı uygarlığının Orta Çağ İslam dünyasına çok şey borçlu olduğunu ve günün birinde Batı'nın mirasını sahiplenen başka bir uygarlığın doğuşunun kaçınılmaz olduğunu belirtiyor. İşte bu noktada Orta Doğuluların ortak değerlerini ve kaynaklarını korumak suretiyle Orta ve Antik Çağ'da olduğu gibi yeniden yükselişe geçmelerinin mümkün olduğunu dile getirerek satırlarını sonlandırıyor. Batılılaşmanın modernleşme ile eş değer hale büründüğü günümüz dünyasında Doğu'ya eski kudretini geri kazanmanın yollarını açan bu eser, kelimenin tam anlamiyla muazzam! Okuduğunu anlayan daha da önemlisi uygulayan okuyucular için bu kitap çok şey ifade edecektir ve muhakkak ki unutulmaya yüz tutmuş kültürel değerlerimiz kıymete binecektir.
