Hakikat? Hakikati kim biliyordu, kim bilebilirdi ki?.. Parçalanmış, hançerlenmiş, yorgun ve bitkin imparatorlukla bugün için sadece iddialar, teşebbüsler, içgüdülerine dayanan direnişler ve her biri birbirine karşı, her biri birkaç yönlü mücadeleler vardı. Hakikati bu iddiaların, bu teşebbüslerin, bu direniş ve mücadelelerin şansı yaratacaktı.
Istanbullu Hoca, Cuma'dan sonra konuşacaktı. Hoca durumun ağırlığını duyuyordu; kafasındakilerin, mevcut bilgi ve inançların bu yükü karşılayıp karşılayamayacağında kararsızdı. Bu ilk defa başına geliyordu. Düşünmek lazımdı. Bunu biliyordu. Fakat yine ilk olarak, düşünme yetersizliğini de sezmekteydi. Ortada yepyeni meseleler, yepyeni sorular vardı ve kendisi dünyaya belli bir açıdan bakmaya alışmış, böyle yetişmişti. Böyleydi
Reklam
Kısacası Akşehir, çeşit çeşit ve birbirine benzemez haber rüzgârlarıyla çalkalanıp duruyordu. Ümit vardı, ümitsizlik de vardı, ferahlamalar vardı, dehşetler ve korkular da vardı, tahminler, yorumlar pek boldu. Fakat kanaat ve hüküm yoktu; ne olacaktı, ne yapılabilirdi, ne yapmak lazımdı? Bunu kimse bilmiyor, hatta, belki de bilmek istemiyordu. Bunları, bu olamayanları Akşehir, İstanbullu Hoca'dan bekliyordu.
İnsan ümidi kendinden kesmişse, o kadar ustaca yaldızlanıp sunulan ümitlere dört elle sarılmaz da, ne yapar ?
İletişim Yayınları
"Ama o kaynaşan insanların arasında,ölümü özleten bir yalnızlık duyuyordu."
"Ne kolay konuşuyorsun. Olur mu artık ? İnsanın içinde bir şey vardır; bir şey. Kopar mı, kırılır mı, zedelenir mi ? Bir şey olur işte... Ondan sonra dünyaları versen de o, o ışığı, o cıvıltıyı bulamazsın artık."
Sayfa 236 - Ötüken,Hüseyin BeyKitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 981 ile 990 arasındakiler gösteriliyor.