''Bazen günler geçer, Ludmilla görünmezdi.
O zaman büyük bir kızgınlık, gizliden gizliye kemirir Lekh'in içini.
Gözlerini kuşlara diker, saatler boyunca kendi kendine homurdanırdı.
Uzun uzun ve günlerce düşündükten sonra en güzel kuşlardan birini seçerdi.
Kuşu bileğine bağladıktan sonra bir sürü garip şeyi birbirine karıştırıp kokulu
bir boya elde eder, değişik renklerde, kutu kutu hazırlardı bu boyadan.
Sonra kuşun başını, kanatlarını, boynunu ebemkuşağı renkleriyle bezer,
tüylerine bir demet yabani çiçeğin göz kamaştırıcı parlaklığını verirdi.
Sonra ormanın içlerine yürürdük birlikte.Epey ilerledikten sonra Lekh durur,
kuşu bileğinden çözüp bana verir ve ayaklarından tutarak sallamamı isterdi.
Boyalı kuş söylenir durur, bağırışına gelen bir sürü kuş tepemizde dönmeye başlardı.Onlara ulaşmak isteyen tutsak debelenir, bütün gücüyle öter,
boyalı boynunun içinde kalbi delice atardı.
Tepemizde yeteri kadar kuş toplandığına inanırsa, Lekh, bir işaretle tutsağı bırakmamı isterdi. Bulutların üstündeki küçük ebemkuşağı, mutlu ve özgür
yükselip kardeşlerinin gürültücü sürüsüne katılırdı.
Diğerleri bir süre şaşkın bakarken benzerini görmedikleri kuş,
boşu boşuna kendilerinden biri olduğuna onları inandırmaya çalışırdı.
Parlak renklerin iyice şaşırttığı kuşlar onu kuşkuyla inceler, sonra birbiri
ardından saldırıp boyalı tüylerini gagalayıp yolmaya koyulurlardı.
Tüysüz ve kan içindeki zavallı kuş havada duramaz düşerdi.
Aynı sahne sık sık tekrarlanır, kurbanlarımızı hep ölü bulurduk.''