Sophokles, ki ne kadar övülse azdır, bu hakikate tanıklık edecek kadar yeteneklidir; bize bahşettiği olağanüstü ödül bilindiği üzere şöyledir: “Hayatın en saf mutluluğu cehalettedir.”
Kasıtlı bir ilgisizlikle riyakarca davransalar ve halkın karşısında küfür kıyamet şeytanlaştırsalar da stoacılar da stoacılar bile hazzı dikkate almazlık etmezler; niyetleri bellidir: hazın bizzat daha fazla müptelası olabilmek için başkalarını konudan soğutmak. Fakat jüpiter aşkına! Bu şakşakçılar deliliğin tuzu biberi olan zevk ve eğlence katılmaksızın bana hayatının hangi evresinin hüzünlü, neşesiz , cazibesiz, yavan ve zahmetli olmayacağını söylesinler.
Artık zamanın, uzaydan tamamen ayrı ve bağımsız bir şey olmadığını, daha ziyade uzayla birleşerek uzayzaman dediğimiz bir nesne oluşturduğunu kabul etmek durumundayız.
Bağnaz Jansenistlerin soyundanız, kozmik boyutlarda bir komedinin ortasında, evrene tarihimizin izlerini bıraktık. Huzur içinde ölmeye çağıran bu esine uymaya da hiçbir zaman gücümüz yetmeyecek.
Mutluluğa direnmek; çoğu kimse başarır bunu. Mutsuzluk; o başka türlü bir yalan. Onu hele bir tadın, asla doyamayacaksınız! Onu açgözlülükle ve özelikle olmadığı yerde arayacak, onu orada tasarlayacaksınız, çünkü onsuz her şey size yararsız ve sıkıcı görünecek. O, bulunduğu yerde gizi kovalar ve aydınlatır. Olayların tadı tuzu ve anahtarı, rastlantı ve saplantı, kapris ve zorunluluk demek olan mutsuzluk en güçlü, en kalıcı ve en gerçek olan yanıyla görünüşü size sevdirecek, sizi ona ebediyen sımsıkı bağlayacaktır, çünkü doğası gereği “yoğun”dur, her “yoğunluk” gibi köleliktir, boyun eğiştir.
Oysa her duyum, acı ve zevk, hüzün ve sevinç bir bağdır. Sadece kendi boşluğuna alışan, varlık ya da nesnelerden, bütün ilişkilerinden arınmış zihin özgürleşir.