İki dünya savaşını da bu geri zekâlıların başlatmış olmasına hiç şaşırmamak gerekiyordu. Birbirlerinden o kadar korkuyorlardı ki aynı metroda beş yüz kişi yolculuk yaparken duyulan tek ses makine gürültüsüydü. Halkı aptal ama azınlıkları var olma çabası içinde yarı tanrılar yaratmış bir toplum. Bu yarı tanrılar bugün üstünde yaşadığımız dünyanın edebiyatını, müziğini, resmini, politikasını belirlemiş olanlardı.
Unutulmuş geçmişin bütün mutlu veya üzüntülü görüntüleri ruhumuzda toplanır... Önceden yaşanmış tecrübeleri ve zevkleri tekrar yaşarız... Küçük kibirlerimizi veya oyunlarımızı hatırlarız...
Onlara dedim ki, ölüm sizsiniz
Hiçbir Tanrı iyi yapamaz sizi
Hiçbir kötülük utandıramaz
Her cümleniz bir çocuk tabutu
Her annenin ağıtı baş yastığınız
Babaları çoktan gömdünüz
Çocuklarının koynuna
Bütün mezarlar varoluş tahtınız
Eyvah ki her gün biraz daha zalim
Kapanmayacak açlığı ruhunuzun
Hepimizin hayatını utanca çevirdiniz.
Ve çocuklar Hatice, yaşama nişanımız çocuklar
Ağızları donmuş korku, ayva sarı tüyleri kan, rüyaları
Hepimizin suskunluğundan bir mezar taşı
Hangi evde doğarlarsa doğsunlar
Bizim evimizde ölüyorlar.
Ama hiç kimse bizi kendimizden daha fazla sömüremez, hiç kimse bize kendimizin zarar verdiğinden daha fazla zarar veremez. Bize zarar veren, içimizdeki Yargıç, Kurban ve inanç sistemidir.
Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar, ama dikenleri birbirlerine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. İleri geri haraket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbilerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar.
Ancak, insan kendi kendine bırakıldığında başkalarının canına kıyıp malına sahip olmayı düşünmez. Savaşçı yanı yanlızca kışkırtıldığında ya da engellendiği durumlarda etkinlik kazanır.
"Aynadaki kadın benim zıttım," demişti, "ben ne kadar ev haliysem o, o kadar sokak. Ben sokulgan isem, o başını alıp giden. Ben gündüzüm, o gece... Çapkın, güçlü, özgür."