Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mükremin

Yeryüzünde, sanıldığından daha çok bu cins insan vardır. Bunlar, bütün insanlar gibi iki önemli sınıfa ayrılırlar: Biraz dar kafalı olanlar ve “daha zeki” olanlar. Dar kafalılar daha fazla mutludurlar. Dar kafalı olan “sıradan” bir insan, kendisini olağanüstü ve orijinal bir adam sanır, bu fikrini de çok beğenir. Bazı genç kızlarımız saçlarını keserek, mavi gözlükler takarak kendilerini nihilist sanırlar ve bu mavi gözlüklerin, kendilerine şahsî “düşünceler” yüklendiğine inanırlar. Bazı insanlar, kalplerinde, insanlığa karşı en ufak bir duygu bularak, hiç kimsenin onlar kadar bu duyguyu duymadığına ve toplumsal yükselmenin bir öncüsü olduklarına inanırlar. Diğerleri, başı sonu olmayan bir kitaptan okuduğu veya duyduğu bir düşünceyi benimseyerek, kafalarında bir görüş doğduğunu sanırlar. Deyim yerindeyse, bu temizlikler, bir küstahlıktır. Gerçeğe benzememesine rağmen, çok sık rastlanır. Ne kendisinden ne de zekâsından kesinlikle şüphelenmeyen bir ahmağın temiz imanı,
Reklam
şūphe duymayan sorgulamaz, sorgulamayan görmez, görmeyen kişi ise kör v şaşkın kalmaya mahkumdur. Gördūğüne tutun, işittiğini terk et.
alinti sivas valiliğinden alinmiştir
vas Valiliği Nuri DEMİRAĞ    Türkiye Cumhuriyeti demiryolları inşaatının ilk müteahhitlerinden ve cumhuriyet devrinin ilk sayılı milyonerlerinden, kardeşi Abdurrahman Naci Demirağ ile birlikte servetlerini Türkiye'nin sanayi kalkınmasında büyük işlere yatırmış ve iş hayatının yanında geniş ölçüde hayırsever insan olarak tanınmış bir

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Peki sence de devlette olan biçim ve özelliklerin her birimizde bulunduğunu ve devlete ait olan bu özelliklerin esasen bireylerden ona geçtiğini kabul etmek zorunda değil miyiz? Öyle ya, bunlar devlete başka nereden geçmiş olabilirler ki? Örneğin, bir devletteki gözüpekliğin, öfke ve atılganlığın bu özellikleri taşıyan bireylerden kaynaklanmadığını düşünmemek pek saçma olurdu. Trakyalılar, İskitler[187] gibi; ve hemen hemen bütün kuzeyliler[188] gibi; [436a] ya da özellikle bizim ülkemizin insanlarında da bulunan öğrenme itkisi ya da Fenikelilerle[189] Mısırlılara atfedilen para hırsı gibi.” “Kesinlikle
Siz ne dersiniz
Ne demiş Phokylides, insan önce ekmeğini kazanmalı ,sonra erdemin peşine dūşmeli
Reklam
Allah kimseyi sahipsiz birakmasin
Hadi, Aleksey, boynumda madalya değilsin sen benim, bu evde yerin yok artık, git, insanların arasına karış...”
İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır.”
memuriyet de dünden bu güne değişen nedir
Aydan aya kırk iki lira yetmiş beş kuruş ücret aldığı vazifesinin adını bile bilmiyordu. Muhasebede oturuyor ve hemen hemen hiçbir şey yapmıyordu. Ara sıra veznedar Hafız Hüsamettin efendi onu yardıma çağırır ve birtakım manasız defterlere manasız rakamlar yazmasını rica ederdi. Bu, ona hiç de sıkıcı gelmiyordu. Kendi kendine usuller icat ediyor, kolaylıklar buluyor, bazan da evvela birinci, sonra ikinci, sonra diğer haneler olmak üzere alt alta yazıyor; on on beş rakam okuduktan sonra kaç tanesini unutmadan yazabildiğini tecrübe ediyor ve kafasına bir nevi spor yaptırıyormuş gibi bunlardan zevk alıyordu. Çalıştığı odada belki on tane masa vardı. Bunların her birinin arkasında mühim işlere dalmış gibi sessizce çalışan muhtelif yaştaki memurların hiçbiri vazifesine Ömer’den daha çok bağlı değildi. Kimisi maişet{32} derdini, kimisi randevusunu, kimisi sinema filmlerini düşünüyor ve ekmek parası için katlandığı bu sıkıcı işe hiç durmadan küfür basıyordu.
HUSREV - Allahım, ben yok olamam! Her şey olurum yok olamam. Parça parça doğranabilirim. Nokta nokta lekelere dönebilirim. Tütün gibi kurutulabilir, ince ince kıyılır, bir çubuğa doldurulur, içilir, havaya savrulabilirim. Fakat yok olamam. Madem ki bu kadar korkuyorum, yok olamam. Eczahane camekanlarında, ispirto dolu bir kavanoz içinde, düşürülmüş bir çocuk ölüsü gibi, yumruk kadar bir et parçasına inebilir, bir şişeye hapsedilebilirim. Fakat şişenin camından yine dışarıyı seyreder, önümden geçenleri görür, kendimi bilir ve duyar, kendimi ve Allahımı düşünebilirim. Razı değilim Allahım! Yok olmaya, kalmamaya, gelmemiş olmaya, mevcut olmamaya razı değilim. (Sükût, müzik.) Bu dünyada bırakamıyacağım hiçbir şey yok. Ne deniz, ne ağaç, ne şehir, ne ev, ne kadın, ne de ben. (Eliyle göğsüne çarpar.) Bu kalıbım, bu zarfım, bu kafesimle ben. Onların hepsini bırakabilirim. Fakat şuurumu, bilmek, duymak, var olmak şuurumu bırakamam. Razıyım bir toz parçası olayım. İnsanlar üzerime basarak geçsin. Canım acısın, duyayım. Canımın acıdığını duyayım. Razıyım bir kertenkele olayım. Kızgın yaz
Dinsel tutuma karşı tehdit bilimden değil, günlük hayattaki alışkanlıklardan gelir. Burada insan, hayatın yüce amacını kendi içinde aramaktan vazgeçer ve kendini kendi elleriyle kurduğu ekonomik makineye hizmet eden bir maşaya dönüştürür. İnsan, kendi mutluluğundan ve ruhunun olgunlaşmasından daha çok verimlilikle ve başarıyla ilgilenir. Daha kesin bir deyişle, dinsel tutumu en çok tehlikeye atan yönelim, benim “pazarlama yönelimi” olarak tanımladığım şeydir.[42] Pazarlama yönelimi, yalnızca modern çağda bir kişilik modeli olarak baskın bir rol edinmiştir. Tüm uğraşlar, meslekler, statüler kişilik pazarında sergilenir. İşçi, işveren ve serbest çalışan, bunların her biri, materyalist başarıyı kendi hizmetlerinden yararlanacak olan başkalarınca kişiliklerinin onaylanmasına bağlar. Burada da tıpkı sermaye piyasasında olduğu gibi kullanım değeri, değiş tokuş değerini belirlemek için yeterli değildir. Piyasa değerinin belirlenmesinde “kişilik öğesi” becerilere göre önceliği alır ve
Reklam
Son zamanlarda yapılan bir anket[31] iyi bir örnek sunuyor. Birleşik Devletlerde Kuzey ve Güney’de yaşayan beyazlara iki soru sorulur: (1) Tüm insanlar eşit mi yaratılmıştır? (2) Zenciler beyazlarla eşit midir? Güney’de bile ilk soruya olumlu yanıt verenlerin sayısı % 61’dir oysa ikinci soruya olumlu yanıt verenlerin sayısı yalnızca % 4’tür (Kuzey’deki rakamlar sırasıyla % 79 ve % 21’dir). Sadece ilk soruyu kuşkusuzca onaylayan biri, sınıflarda öğretilen ve genel olarak kabul görmüş saygın öğretinin bir parçası olan düşünceyi anımsamıştır, oysa bu düşüncenin kişinin gerçekten hissettikleriyle bir ilgisi yoktur; kafasındaki bu düşüncenin yüreğiyle bağlantısı yoktur, dolayısıyla da eylemlerini etkileyebilecek güçte değildir. Pek çok itibar gören düşünce için de aynı şey geçerlidir. Bugün ABD’de bir anket yapılsa demokrasinin en iyi yönetim şekli olduğu konusunda neredeyse tam bir oybirliğine varılır. Ama bu sonuç, demokrasi lehine görüş belirten tüm bu insanların demokrasi tehdit edildiğinde demokrasi adına mücadele vereceği anlamına gelmez; hatta canı gönülden yetkeci kişiler bile çoğunluk öyle yaptığı sürece demokrasi yanlısı görüşler belirtecektir. Bir düşünce, insanın ahlak yapısına dayanıyorsa güçlüdür. Hiçbir düşünce kendi duygusal matrisinden daha etkili değildir. Dine karşı psikanalitik yaklaşım bu nedenle düşünce sistemlerinin
laiklik de bir dindir
Din üzerine herhangi bir tartışma terminolojiye özgü ciddi güçlüklerle baltalanır. Tektanrıcılık dışında dinlerin de var olmuş olduğunu ve var olduğunu bilmemize karşın gene de din kavramını Tanrı ve doğaüstü güçler merkezli bir sistemle ilişkilendiririz; tektanrıcı dini diğer tüm dinleri anlamak ve değerlendirmek için bir başvuru kaynağı olarak görme eğilimindeyiz. Bu nedenle de Budizm, Taoculuk, Konfüçyüsçülük gibi Tanrısız dinlerin tam anlamıyla din olarak adlandırılıp adlandırılamayacağı kuşku götürür. Çağdaş yetkecilik gibi laik sistemler hiçbir şekilde din olarak adlandırılmaz oysa psikanalitik açıdan baktığımızda bu adı hak ederler. Özel bir tür dinin din kavramının içine nüfuz ederek ona kendi rengini vermesine neden olacak bir çağrışıma yol açmadan bu kavramı insana özgü genel bir olgu olarak yalın bir biçimde karşılayacak bir sözcüğümüz yok. Böyle bir sözcüğün eksikliğinden dolayı önümüzdeki bölümlerde din terimini kullanacağım ama öncelikle dinden ne anladığımı açıklığa kavuşturmak istiyorum
Aklın gelişmesi ve tam olarak ortaya çıkması özgürlüğün ve bağımsızlığın tümüyle elde edilmesine bağlıdır. Bu elde edilinceye kadar insan, kendi topluluğunun çoğunluğunun doğru olmasını istediği şeyi doğru olarak kabul etmeye yönelecek; insanın yargıları da sürüyle bağlantı gereksinimi ve sürüden soyutlanma korkusu tarafından belirlenecektir. Pek az kişi, ilişkinin kopması tehlikesine karşın soyutlanmaya göğüs gererek gerçeği söyleyebilir. Onlar insan soyunun gerçek kahramanlarıdır ama onlara göre hâlâ mağaralarda yaşıyor olmamız gerekirdi. Kahraman olmayan büyük çoğunluk içinse aklın gelişimi, her bireye tam anlamıyla saygı duyulduğu ve devlet ya da başka bir topluluk tarafından kuklalaştırılmadığı; bireyin korkmadan eleştirebildiği ve gerçeğin peşinden gitmenin insanı kardeşlerinden soyutlamadığı, bunun yerine onu başkalarıyla bir hissettirdiği
Git de onlara söyle! dedi. Caddelere gir. Oralarda kok ve böylece durumu anlat. Sen ancak derdini böyle anlatırsın. Kız mısın, erkek misin? Bilmiyorum bile. Öğrenmeye de niyetim yok. Şimdi git ve caddenin birisinde yat. Belki o zaman anlarlar. Sandığı, yavaşça akıntıya itti ve bıraktı. Sandık, suyun içine gömüldü, kenara doğru gitti, döndü, altı üstüne geldi. Çuval parçası, suyun üstünde yüzdü, suyun hızlı akıntısına kapılan sandık, hemencecik uzaklaştı, çalıların arkasında gözden kayboldu John Amca küreği yakaladı
Şurası bir gerçekti ki, herkes başa geçmeye uğraştı mı, işler iyice sarpa sarıyordu.
Kendisi doyasıya yiyor, ama yine de acıdan kıvranıyordu. Darmadağın olmuş yuvası, acı dolu yaşamı, bir ölüm hıçkırığı halinde gelip boğazında düğümleniyordu. Kursağını doldurmak her şeyi çözmüyordu. Hangi budala söylüyordu mutluluğun yeryüzündeki zenginliklerin eşit oranda paylaştırılmasına bağlı olduğunu! Bu boş devrimci düşler şu anki toplumu yıkıp yerine başkasını getirebilirdi, ama herkesin lokmasından bir parça alıp ötekilere vermekle insanlığın ne acısını eksiltebilir, ne de sevincini artırabilirdi. Hatta yeryüzündeki mutsuzluğu çoğaltırdı belki, içgüdülerin o dingin doyumundan ayırıp, tutkuların doyumsuz acısına yükselttiği gün, belki de yeryüzündeki köpekleri bile umutsuzluktan acı acı uluyacak hale getirirdi. Hayır, hayır, en iyisi hiç dünyaya gelmemekti, ya da geleceksen, bir ağaç, bir taş olarak, daha da iyisi gelip geçenlerin topukları altında ezilen, kan dökmeyecek bir kum tanesi olarak gelmekti.
Reklam
Ücretleri yükseltmek kolay mı? Çelik gibi bir kâr yasası onları en alt düzeyde, yani işçilerin ölmemesini ve bol bol çocuk yapmasını sağlayacak düzeyde tutuyor... Biraz daha düşürseler işçiler açlıktan geberir, yeni gelen işçilerse daha yüksek ücret ister. Biraz yükseltmeye kalksalar, işsiz sayısının çokluğu buna engel olur... Boş kursaklar dengesidir bu, arkadaş, işçilerin tepesinde dolaşan açlık tehlikesinin doğurduğu bir dengedir.
Dostonyevski
Tanrısı ile başı dönmüş olan bu Ortaçağ rahibi tartışmaya gelmemektedir. Kahrolsun akıl! Rusya körü körüne bağlanılacak bir dogma'dır. "Rusya akılla değil inançla anlaşılır." Onun önünde diz çökmeye herkes düşmandır, Antichrist'dir. Ona karşı haçlı seferi açalım! Ve o, Dostonyevski, savaş borusunu çalmaktadır. Avusturya 'nın ezilmesini; İstanbul' daki Ayasofya'nın üzerindeki hilalin koparılıp çıkarılmasını; Almanya'ya haddinin bildirilmesini; İngiltere in yenilgiye uğratılmasını istemektedir.
Sayfa 212Kitabı okudu
Martin sigarasını yaktı, iyi geceler diledi ve yoluna devam etti. “Şimdi gel de sinir olma,” dedi alçak sesle. “Aynasız sarhoş olduğumu zannetti.” Kendi kendine tebessüm etti ve düşüncelere dalarak, “Sanırım öyleydim,” diye ekledi. “Fakat bir kadının yüzünün buna sebep olacağı hiç aklıma gelmemişti.”