Eteklerimden tutuyor yalnızlığım,
Bekçileri gecemin dudak kıyılarında.
Soğursa göğüm, taşarsa düşüncem,
Buz mu keserim ayın ışığında?
Boğulur muyum fikrimin sıfır noktasında?
Tutuşur muyum yeniden gecenin sabahında,
Ya da hiç tütmemiş mi dumanım,
Şu gözümü kararttığım delirmek kuytusunda?
Ziyanı var, zebili firar;
Köhne kalmış her sığınak,
Acıya içimde yok durak;
Mutluluğa yorgunum.
Telaşsızım; heyecansız, uykusuz, yorgunca
Ve geçmişim bilindik vaz'lardan.
Sesleniyorum duy beni ey yalnızlık!
Boğ beni,
Kes nefesimi;
Soluğum solsun, dudak kıyılarında.
“Terk edilmiş de olabilirim, terk etmiş de. İkisini birden yaşayan ilk canlıyım belki fakat hiç uzaya gitmemiş bir astronotun kesip attığı tırnak kadar değerliyim.”
“Sen…” dedi kekeleyerek, “sen… deli misin?”
Süreyya buruk bir şekilde gülümsemiş, birden gamzeleri ortaya çıkıvermişti.
“Değilim,” dedi düşünceli bir sesle, “inan bana deli değilim! Ama şükürler olsun ki sana âşığım. İçimde fokurdayıp duran bir sen varsın. Sadece içimdeki senin bu telaşına engel olamıyorum. Karşında durmuş böyle saçmalıyorum.”
Güzide kalakalmıştı. İlk defa hazırcevaplığı bir işe yaramıyordu. Titrek bir sesle, “Bu yaptığın,” dedi, “iş mi senin? Böyle bir zamanda birine âşık mı olunur?”
Süreyya bu sefer tatlı tatlı gülümsedi.
“Ne yapayım? Savaş çıktı diye bu hikâyem yarım mı kalsın?”
Güzide birden öyle savruldu ki… O savrulmanın etkisiyle arkasını dönüp oradan hızla uzaklaşırken, “Nerden biliyorsun?” diye söylendi. “Belki de yarım kalan hikâyeler güzeldir…”