Yaşanan, yaşanmamışlığın tanığını yekdiğerinde bulunca baş başa vermiş iki suretten biri diğerine aşkın kelimesini sordu; diğeri gülümsedi ve ona aşkın, bu dünyadan olmayan bir zamanda, bütün ruhların toplandığı mekânda, ruhun, sözleştiği ve seviştiği tanışını bu dünyada hatırlaması olduğunu anlattı. Ama, dedi biri, hesapta ruhun, tanışını bu dünyada hiç bulamaması, ona rastlayamaması var. Diğeri, buldum zannedip de yanılmak var, diye ekledi. Bulup da tanıyamamak var, dedi biri. Ve ki bulup da onun tarafından hatırlanmamak var, diye tamamladı diğeri.
Nasıl güzel oynuyor kelimelerle değil mi? Nazan Bekiroğlu okurken zihnimin derinlerinde kelimelerin ahenkle dans edip salınışı eşlik ediyor bana. Diyor ya kendi de 'Akla sığması gerekiyordu olan şeyin. Aklım almadı. Halim bu dünyanın hallerine sığmadı.' diye. Okurken içine çekildiğim dünya en iyi böyle ifade edilebilirdi sanırım. O hep yazsın, biz hep okuyalım inşallah :)
-mış gibi yapmak. Ah! Çağımızın vebası da buydu demek. Böyle bir çağda yaşamak da insanların hâlâ katıksız iyi ya da katıksız kötü olmadığını öğrenemeyen ruhların imtihanıydı demek. Bu sınavı da ruhu sevilesi insanlarla karşılaştırıp hafifletene bin şükür o halde.