Biz okurlar, sadece eğlence amaçlı olsa bile, arkadaşlarımızın kütüphanesini gözleriz. Bazen sahip olmadığımız ama okumak istediğimiz bir kitabı bulmak için yaparız bunu, bazense karşımızdaki hayvanın ne ile beslendiğini öğrenmek için...
Kimse bir kitap kaybetmek istemez. Bir daha okumayacak olsak da başlığında eski, belki de kaybolmuş bir duyguyu taşıyan bir kitabı kaybetmektense bir yüzük, saat veya şemsiye kaybetmeyi yeğleriz...
Çoğunlukla bir kitaptan kurtulmak ona sahip olmaktan daha zordur. Kitaplar, sanki asla geri dönemeyeceğimiz bir anın tanıkları gibi, bir ihtiyaç ve unutkanlık anlaşmasıyla tutunurlar insana...
Büyükannem ne zaman yatakta kitap okuduğumu görse bana, "Bırak şunu, kitaplar tehlikedir" derdi. Yıllarca bunu onun cehaletine verdim, ama zaman Alman büyükannemin bilgeliğini kanıtladı...
Kıyamete doğru hızla ilerlesek de, bir taş alıp şeytana atmaya hâlâ muktediriz. Bize düşen; şeytanı yaralamak ya da öldürmek değil, taş alıp atmaktır. Gerisi yüce Yaratıcı'nın işidir...
Artık yeni nesil süt içmiyor. İçse bile süt diye sunulanlar süt değil. Gerçek süt, 'sokak sütü' olarak küçümsendi. Ayranı unuttuk, tarhanayı hatırlayan kalmadı. Hoşaf ikram eden ve yer sofrasında misafir ağırlayanlar kınanıyor...