Ve aslında nasıl bir aldatmacadır bu ? Bak mesela, aşk bitmez tükenmez bir mutlulukla, tüm dayanılmaz acılarıyla yüreğine girmiştir...sadece ona şöyle bir bakar ve buna inanırsın!
Eğer sözlerinin uçup gitmeyeceğini biliyorsan neden hemen şimdi yüreğindekileri söylemiyorsun? Oysa herkes gerçekte olduğundan daha katıymış gibi görünüyor, eğer kısa sürede açığa vurursa, adeta duygularının incitileceğinden korkuyor...
Sonra kendi kendine soruyorsun: Hayallerin nerede? Başını sallayarak şöyle diyorsun: Yıllar ne çabuk geçiyor! Sonra yine
kendine soruyorsun: Bunca yıl ne yaptın? En iyi vakitlerini nereye gömdün ? Yaşadın mı, yaşamadın mı? Bak, diye konuşuyorsun kendinle, baksana dünya soğuyor. Birkaç yıl daha geçecek, o yılların ardından kasvetli yalnızlık gelecek, bastonlu, titrek yaşlılık gelecek, onların ardından da hüzün ve bezginlik. Hayal dünyan solacak, donakalacak, düşlerin ağaçların sararmış yaprakları misali saracak ve dökülecekler.
Gökyüzü öyle yıldızlı, öyle aydınlıktı ki, insan o gökyüzüne bakıp ister istemez, böyle bir gökyüzü altında çeşit çeşit öfkeli ve kaprisli insanlar yaşayabilir mi, diye kendime sormadan edemezdi.
Bu onun hevesiydi, arzusuydu; kendini ve bedenine işlemiş güneşin sıcaklığını ifade etme biçimiydi. Bir eğlence, bir şaka gibiydi; alınacak keyif uğruna hayatını umarsızca tehlikeye atıldığı küçük bir oyundu.
Karşı koymak! İnsan nasıl karşı koyabilir ki? Onlar herkesten güçlü, onlar dünyanın en güçlüleri. Bu doğru değil. Dünya onlara izin verdiği sürece güçlüler.
esaretin içinde de bir özgürlük vardır nasılsa. İnsan kendini kaçak hissettikten sonra hiçbir yerde özgür değildir, içeride ya da dışarıda olmuş hiç fark etmez.
“Hak! Hukuk!. Bugün dünyanın neresinde hak kaldı. İnsanlar onu katletti. Herkesin hakları var, fakat onların gücü var ve bugün güç demek her şey demek.”