Havva elmayı yemek için koparmamış da olabilir, hoşuna gittiği, beğendiği için koparmıştır, belki de Adem’e gösterebilmek için yalnız. Koparmak sonucu doğurmuş oldu, elmayla oynamak doğru olmayabilir ama yasak da edilmemiş ki.
yaşamın, kendi kendine ağırlık haline getirdiğin şeylerin altında ezilmenin süreci olacak. yaşamı ‘hafifçe’ yaşayabilseydin, yaşamın olayları da uçup giderler, sana yük olmazlardı. ama o zaman da, uçucu, boş olurdu yaşamın. bu yüzden, yaşadığın her olayı ağırlaştırcaksın ki; uçup gitmesin, omzuna çöksün; sen de onun yükünü taşıyasın. yaşaman, yaşamın yüklenmen olacak. yaşam, yüklenceğin yüktür. Yaşamın, yüküdür. Yaşamın neden yük olduğunu biliyorsun; bileceksin- bu yükü omuzlarından atmadığına, atamadığına, ya da atmak istemediğine, isteyemediğine göre de, onu taşmalısın, taşımak zorundasın, taşıyacaksın- ki, zaten, işte, taşıyorsun…
insan eninde sonunda kendi kurdunu besler. .. insanlar, ölümlerinden sonra kendilerini yiyecek kurtları, yaşamları boyu kendileri hazırlarlar. İnsan, kurdunu hak eder. İnsanı yiyen, hakkını kendisinin hazırladığı kurttur.
"Madem ki hepimiz günün birinde çekip gideceğiz, o halde bunca matem,
bunca kahır niçin?
Sizinkisi matem değil zaten,
korku, korku!
Hayat demek,
ölümü beklemek demektir.
Öyleyse gidenin de kalanın da
gönlü hoş olsun..."
herkes bilir düşenin dostu olmadığını, yalnızsa o anda, daha çok bilir. henüz uzandığı yerde, düşmemiş. ama gücü yeter mi her zaman düşmemeye, yere dökülmemeye? bir çerçevesi olsaydı her şey daha kolay olurdu. sınırını bilirdi, haddini bilirdi, bilirdi nereye kadar yeter kudreti, nerede son bulur egemenliği. ama bir çerçevesi yok. bir cinayet soruşturmasında bir ceset olsaydı ya da tebeşirle çizerlerdi hatlarını ama ne bir tebeşiri ne de sürekli kımıldayan bedenini sabitleyebildiği bir hattı var, güvenebileceği.