Edgar Allan Poe bence -ki bencenin de ötesinde- tartışmasız bir efsane.
Özellikle Amerikan edebiyatı denildiğinde aklıma ilk gelenlerden.
Ama bu kitap olmamış. Nedenini tam çözemedim ama birşeyler eksik. Öncesinde tanıdığım
Edgar Allan Poe hikayelerinden oluşuyor. Aslında yazarın başka yayınevlerinden okuduğum başka hikayeleri oldukça akıcı gelmiş ve beni etkilemişti.
Oysa bu eseri okumak benim için çok zor oldu.
Uzun duraksamalarla okuyabildim.
Bilemiyorum başka okurlar keyif almıştır belki ama ben alamadım. Bunun sebebi çevirmenin de etkisi olabilir. Çevirmen en az yazar kadar etkilidir bir eserde. Benzer atasözleri, benzer deyimler bulmak, kültürel farklılığı dengelemek ustalık işidir. Ayrıca sayfanın yarısını işgal eden çevirmen notları da oldukça dikkat dağıtıcı etkiye sahip. Bunlar kitabın arkasında verilebilirdi. Nitekim ben pek tat alamadım.
Bu tür durumlarda İngilizce bilmenin kıymetini çokça anlıyorum. Çünkü en iyisi aslından okumak olsa gerek. Tavsiye etmem, başka derlemelere ulaşmanız daha iyi olacaktır.
Bu uyarımı daha önce başka bir incelemede daha yazmıştım. Burada da yazmam gerektiğini düşünüyorum. Baştan belirteyim garip garip anlamlar çıkmasın, burada yazarın şahsı ile ilgili düşüncemi değil, eserle ilgili görüşlerimi paylaşıyorum ama yazara toz kondurmayız derseniz yapacak birşey yok, okumamanızı, ya da okumadan yorum yapmamanızı tavsiye
Ben yaklaşık 7 sene Adıyaman' ın Kahta ilçesinde görev yaptım.
Adıyaman benim mesleğe başladığım yer.
İlk göz ağrım.
Adıyaman' da üçüncü yılımı doldurana kadar hiç çekinmedim o topraklardan.
Meğer yerin altında zamanı gelen bir felaket varmış.
Hikayem şöyle başlıyor,
3 Mart 2017, 14.07' de merkez üssü Samsat olan bir deprem
Yorgunluk zihnimi kemiriyor, karanlık özlemiyle parlıyor gözlerim ve tükenmişlik tüm benliğimde. Dahili hatta harici dünya dahi ilgimi çekmiyor. Heyecan azad etti beni kendinden, yığınların telaşından ürküyorum. Sevmek, sevilmek belki ait olmak, hiçbirine takatim yok. Hele duygusallığa tahammülüm kalmadı, bir de yüksek kültürde marifet sanılan psikoloji zırvası. Ölmek üzere doğan insan, ne kadar kıymetli görüyor kendini. Süreli sahipliğe ne kadar çok kaptırıyor. İğreniyorum.
B. Hacıramazanoğlu
Mustafa Kutlu bilindiği üzere imza günü yapmıyor, okurlarıyla buluşma gerçekleştirmiyor, konferans vermiyor. Bu kitap biraz da o yüzden benim için çok değerli. Sanki çaylarımızı almışız da elimize Mustafa Kutlu bizimle sohbet ede de dostlarından, hatıralarından bahsediyor . Dili öyle samimi, öyle sohbet havasında… kitapta geçen her karakteri tanımıyordum Mustafa Kutlu sayesinde tanıdım bazılarını, buna rağmen okurken hiç sıkılmadım.
Mustafa Kutlu’nun “ya tahammül ya sefer” diye yola çıktığı yol arkadaşlarını, onun kendi dilinden ve bakışından tanımak isterseniz tavsiye edeceğim bir kitap.
“Sivas olayları Anadolu halkının birbirine kıyması anlamına gelmiyor. Bu olaylar çeşitli hükümetlerin yıllardır besleyip büyüttüğü, desteklediği ve finanse ettiği grupların işlediği cinayetlerdir.”
İnsan geçmişinden mi kaçamaz yoksa zaaflarından mı?
Yoksa zaafların sebep olduğu geçmiş küçük bir kıvılcım mı bekler.
Bu eserde Tolstoy' un eşinden kıyı bucak sakladığı eseri Şeytan isimli öykü bizi karşılıyor ilk olarak. Daha sonra Peder Sergi' nin hikayesini okuyoruz.
Yazar Tolstoy olunca tabi akar sular duruyor. Rüştünü ispatlamış bir kalem.
Öyle söyledi Zerdüşt...
Ben de okudum söylediklerini. Tekrar tekrar bazen. Bir edebi eser ama teması felsefe, 20. yy felsefesinin belirgin eğilimi. Yeni fikirleri yeni söyleyiş biçimine de kavuşturmuş yazar. Döneminde yeterince anlaşılmayan
Jack London' un bende bağımlılık yapan bir etkisi var.
Yoksa bir bende mi böyle oldu, bilmiyorum.
Denizcilik geçmişi olan yazarın eserlerinde de denizcilik, okura yaşatılıyor haliyle. Kitaplarında anladığım kadarıyla kendinden de bir parça koyuyor. Gerçi Martin Eden bir çeşit biyografi sayılıyorsa da bu eserimizdeki Japonya açıklarında ki fok avı
Öğret bana, nasıl unutulur düşünmek?
Bunun bir yolu var mıdır?
Bu kitabı okurken bir çok hikayede, destanda, halk hikayesinde gördüğümüze benzer aşk hikayesi okuyacaksınız.
Shakespeare bu eseri kaleme almadan önce de var olan, sonrasında da kaleme alınan aşk hikayesi.
Ancak Shakespeare bu aşkı öyle gönülden, öyle yaşarcasına anlatmış ki bugünlere kadar okuyanı kendine hayran bırakmayı başarmış.
Bu aşk hikayesi kendisinden önce var olan ya da sonrasında da anlatılan aşk hikayelerinin klişeliğinden, Shakespeare' ın ruhu, tabiatı ve özgünlüğü sayesinde kurtulmuş.
Hissetmediğin bir şeyi anlayamazsın.
Bunu yazan kalem, bu aşkı, bu aşkın korkularını bize hissettiriyor işte.
Düşman iki ailenin çocukları arasındaki aşk öyküsü. Bugün bile senaryo üretmekte yaratıcılık fakiri TV' lerin bir sürü dizisi var bu konuda. Hala kitap diye yazılan saçma klişeleri var. Onları izlerken, okurken ne kadar tiksiniyorsam, işte Shakespeare' den bu hikayeyi hissederken o derece hayran kaldım bu acıklı aşk hikayesine.
Benim Shakespeare' den okuduğum ilk oyun ve Shakespeare okumakta geç kaldığımı anladığım ilk kitap. Kesinlikle tavsiye ederim. Tabi yalın aşkı, saf aşkı okumak istiyorsanız.
Romeo ve JulietWilliam Shakespeare · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202260,2bin okunma