Her gün aynı rutin: Gündüz dalgalanan ve hırçınlaşan denizden, kendi gerçekliğine çekmek istediği nesnelerin avıyla başlıyordu. Gece ise engin karanlığın ufku sardığı zamanlarda oynadığı bir oyunu oynuyordu.
Soğuk taşlardan oluşan dünyasının sessizliğini, bir uyarı sesi olan "boom" bozuyordu. Aslında bu sessizliği bozan ses bir oyunun başlangıcıydı. Masasının üzerindeki sözlük kitabını açmanın zamanıydı. Her "Boom" sesinden sonra gözlerini kapatır ve rastgele bir sayfayı açıp, parmağını denk getirdiği kelimeyi okurdu; Aslında bu hayal dünyasının derinliklerine ışık tuttuğu ender zamanlardı. Denizin ortasında bir taştan kulede, yapayalnız bir şekilde yaşayan birinin hayal dünyası ne kadar zengin olabilirdi ki?
Hayal gücümüzün sınırı bildiklerimiz kadardır. Yaşamdaki en mühim esas hayal gücümüzü zenginleştirmektir.
Zihindeki tohumların sebebi fikirlerdir; ancak bu filizlenen tohumların büyümesi için hayal gücü gereklidir.
Yapayalnız sonunda fark edilir. Bir yolcu sonunda onunla empati kurar. Yolcunun dünyası da bir zamanlar aynı Yapayalnız gibi soğuk taşlardan oluşmuştu. Yolcununda bir zamanlar evi Karanlık ve hüzünlüydü. Kitabın ve aynı zamanda Yapayalnız karakterimizin kırılma anı o yolcu sayesinde yaşanmıştı. Tek bir soru yetmişti engin karanlığı tanımlamaya. Gelen cevap ise aydınlığa doğru uzanan bir yolculuğun başlangıcıydı.
O soru tufanın başlangıcıydı, zihinsel bir hapishaneden kurtuluştu. Soru çok basitti, oldukça basit;
" Sizi ne mutlu ederdi?"