Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Eseralda

Eseralda
@Eseralda
56 okur puanı
Nisan 2023 tarihinde katıldı
Tarkovski de dinden bahsettiğinde, "Ve tanrı Adem'i cennetten kovduğunda, bundan sonra ekmeğini alnının terine banarak yiyeceksin!" şeklinde Mukaddes Kitap'tan bir alıntıyla sözlerine başlar. Benim kanaatimce, Tarkovski'nin dindarlığı daha çok insanın alın teriyle ve vicdanıyla ilgilidir. Din bundan ibaretse dindar olmanın bence hiçbir sakıncası yoktur!
Reklam
“Aslında yapmak istemedim ama sonra bunu yapmamın daha iyi olacağını dülündüm” dediğiniz tek bir an bile varsa, orada manipüle edilmişsinizdir.
Necip Fazıl’ın yüzsüz bir yanı vardı. Başkalarının evinde kendi evindeymiş gibi davranırdı. Üvey babam Falih Rıfkı Atay, günün birinde bir de bakacağım ki, bu herif benim pijamalarımı giymiş, yatağımda yatıyor demişti. Nitekim, buna benzer bir durum oldu: Bir Cumartesi öğleyin yatılı okuldan dönünce, Necip Fazıl’ı yatağıma uzanmış buldum. Benim kırmızı sabahlığımı giymişti. Kıllı bacakları ortadaydı. Necip Fazıl ile hiç de terbiyeli bir kız çocuğu gibi davranmadığım için, ulan, bu ne hal? dedim. Kılı kıpırdamadan, pişkin pişkin açıkladı: Tepebaşı Şehir Tiyatrosu’nda, çok beğenilen bir oyunu oynanıyormuş. Temsilden sonra, onu alkışlamak için sahneye çağırıyorlarmış. Paçaları çamurlu ütüsüz bir pantolonla seyircilere gösteremezmiş kendini. Onun için, fırçalanmak ve ütülenmek üzere, pantolonu çıkartıp bizim Rum hizmetçiye vermiş. Bu ve buna benzer başka davranışları yüzsüzlüktü elbette. Ne var ki, Necip Fazıl’ı çok sevimli ve eğlendirici bulduğumuzdan, onun bu şımarıklıklarını hep hoşgörürdük.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hepimizin bildiği gibi, yaşayabilmek için bir amaç edinmek, o amaç uğruna çalışmak şarttır. Çalışmak değil, stres altında çalışmaktır insanı mahveden.
Çünkü yalnız yaşlıyken değil, gençken de kendine acımak, bir insanın kendi benliğine karşı işleyebileceği suçların en yıkıcısıdır. Kendine acıyanın, ne kendine hayrı dokunur, ne başkalarına. İhtiyarlıkta ise, yaşlılık depresyonu denilen ağır ruh hastalığına sürükler sizi. Bir motivasyon, yani yaşamak için bir nedeni olmazsa, bir ihtiyar nasıl yaşayabilir ki? Yüzünü duvara çevirip ölmekten başka çaresi kalmamıştır o ihtiyarın.
Reklam
dostluk ihmale gelmez
Ancak aşk ilişkilerinin çapraşık olduğu sanılır. Oysa bütün insan ilişkileri, aile içi ilişkiler de, dostluk ilişkileri de aynı derecede çapraşıktır. Dostlar, birbirlerine karşı çok özen göstermezlerse, aşk gibi, dostluk da kolayca yara alır.
Zaten insanlar gülümseyerek mutsuzluklarını hem gizlemesini, hem de biraz yenmesini öğrenirler. Gülümsemeyi, gülmeyi, gülmece yeteneğini, humour denilen şeyi, yani başkalarının halinden çok kendi haline gülebilmeyi işte bu yüzden önemserim. Bu gülmece yeteneğinden yoksun olanlar, kendilerini hafiften alaya alamayanlar, tam insan değildirler benim gözümde. Can çekişirken bile gülmesini bildiği için, nerdeyse kırk beş yıl önce otuzaltı yaşında ölen sevgili sınıf arkadaşım Saffet’i işte bu yüzden hala özlerim. Çünkü birlikte gülebilirdik onunla.
''...yüreğim temizdir; çünkü onu her akşam rakıyla yıkarım''
Kutsal Kitap’da çok güzel bir sözcük vardır, loving-kindness. İşte ben insanlara, hem sevgiyle, hem de iyi yürekli olarak yaklaşmak isterim.
Gelgelelim papaz, Roma İstasyonunda benden ayrılırken, elimi tuttu ve duyarlı bir sesle korkunç bir laf etti: Siz iyi bir insansınız dedi, Tanrıya sığınmak isteğini hiçbir zaman duymamanız için, dua edeceğim.
Reklam
Uzun yaşamanın bir felaketi sevdiklerinizin ölümünü görmekse, bir başka felaketi de yalnızlıktır. İhtiyarlar aranmaz. Yaşıtlarınız sağlık durumlarından ötürü size gelemezler. Siz de ikide birde onlara gidemezsiniz. Gençlerin ve orta yaşlıların ise, işigücü vardır. Kimseyi aramaya pek vakit bulamazlar. Yapayalnız kalırsınız böylece.
Yaşamım boyunca birçok yanılgıya düştüm. Bana çok acı çektiren yanlış işler yaptım. Hiçbirinden pişman değilim; çünkü yapılması gereken yanlışlardı bunlar. O yanlışları ancak yaptıktan sonra onlardan kurtulabilirdim.
Blucinleri de politik nedenlerden ötürü: Erkek kadın, varlıklı yoksul bütün gençlerin, hatta bazı ortayaşlıların giydikleri bu pantolonları, kadın-erkek ayrımlarını da, sınıf ayrımlarını da yadsıyan gerçek bir eşitliğin ve gerçek bir demokrasinin simgesi sayıyorum.
Çünkü küçük çocuklar, özellikle üç yaşına kadar, inanılmaz bir mucize, bir sevinç kaynağıdır benim gözümde. O küçücük ellerine ayaklarına, başlarındaki tüy gibi saçlara, ipeğimsi tenlerine hep dokunmak isterim. Bebeklerin poposu, çoğu yetişkinlerin yüzünden kat kat daha güzeldir. Süt bebeklerinin kakası bile tiksindirici değildir. Safran sarısıdır ve hafif tarçın kokar. Sokakta bir bebek görünce, arkadaşım Sümer de ben de, nerdeyse sevinç çığlıkları atarak, saldırıya geçeriz. Annelerinin tedirgin olacaklarından korkardım ilkin. Ama olmuyorlar. Yavrularının hayranlık uyandırdığını görmek, onların da hoşuna gidiyor. Bebekler de bana gülümserler her zaman. Çünkü bebekler, tıpkı kediler gibidir. Onları kimin sevdiğini, kimin sevmediğini dakikasında anlarlar. Sevenlere güven duyarlar.
Rahmetli arkadaşım Niyazi Berkes, evliliği bir boks maçına benzetirdi: Balayı biter bitmez karı koca ringe çıkarlar, maç başlar. Eğer dövüşenlerden biri nakavt olursa, ya da bir şike yapıp yenilgiyi kabul ederek yere serilirse, o evlilik kör topal yürür. Ama maç devam ederse, bitkin düşen çiftin ringden çıkmaktan yani boşanmaktan başka çaresi kalmaz.
432 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.