Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.38
Ng
Ng
@Eternity123
132 okur puanı
Ağustos 2020 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Okuma Hedefleri
Kapı Magda Szabo'nun okuduğum ilk kitabı. Kitapta evli bir kadın yazar ile onun işe aldığı tuhaf hizmetçisi Emerenc in karmaşık iliskisinden bahsediyor. Kurgu ilerledikçe Emerenc in davranışlarına bazen hak veriyorsunuz bazen de onu çok acımasız ve soğuk buluyorsunuz. Olay örgüsü çok sürükleyici olmasa da kurgu atmosferi okuyucuyu ustaca içine çekiyor ve siz kendinizi o mahallenin sakinlerinden biri gibi hissediyorsunuz; sanki uzansaniz oradaki bi parkta Emerenc 'in kayıp kedilerinden birini bulacakmışsınız gibi...
David Zimmer uçak kazasında tüm ailesini kaybetmiştir. Cocuklarinin oyuncakları ve karısının kıyafetleri ile geçmişi canlı tutmaya çalışarak yaşamaktadır. Yaşamla tüm bağını kestiği bir sırada izlediği sessiz filmdeki kahraman kendiliğinden kahkaha atmasına sebep olur. Bu kişi Hector Mann'dir.David o dakikadan sonra tüm zamanını ve parasını Hector'u bulmaya harcamaya karar verir.Kitabin bana göre farklı yönü baskahramanin kendine filmler üzerinden yeni bir baskahraman yaratmasi. Okuyucu kurgu içinde kurgu ile baş başa kalıyor. Diğer yandan Hector'un filmlerindeki ayrıntıların uzun uzun anlatılması hikayeyi yavaslatmiş. Kitabın neredeyse yarısı Hector'un farklı film anlatımlarindan oluştuğu için bi yerden sonra kurgu ile bağını yitirebiliyor okuyucu.
Bu kitap hakkında ne diyeceğimi bulmakta zorlaniyorum. Ayni Hallac-i Mansur un katman katman sembolü gibi Başak Sayan hikayeyi farklı mekan ve zamanlarda ilerletmis. Hallac-i Mansur 'un arayış ve özü bulma yolunda Hindistan,Çin, Bağdat i yürüyerek tüm yolların aslında aynı hakikate çıktığını farketmesi ve yıllar sonra Hallaci Mansur 'un sırlarını korumakla görevli Nigahdar 'in ölümü ve kızı Şirinin arkasında bıraktığı Tavasin kitabı ve sembolleri anlamaya çalışırken içine düştüğü zor durum beraber ilerlemiş kurguda.Yazar tasavvuf ve kuantum ile ilgili çok derin araştırma yapmış ve günümüz Turkiyesinin siyasi olaylarından ve bu olayları domine edenlerden de kurgu içinde bahsetmiş. Çok derin bir kitaptı benim için kafamdaki soru ve cevaplara paralel ilerledi sayfalar.
Okur Takip Önerileri
Şule Gürbüz un çok genç yaşta kaleme aldığı bu kitapta insanı düşündüren, soğuk duş etkisi yapan cümleler var.Bir kamburun tuttuğu günlükten oluşuyor kitap. Herhangi bir olay örgüsü olmamakla birlikte yaşam ve insan ile ilgili ironik düşünceler yer alıyor.Bazı günlere tek bir cümle yazılmış ama o tek cümle icin bile okunmaya değer.
Leyla Erbil'in 1971 de basılan romanı Tuhaf Bir Kadın Kız,Baba,Anne ve Kadın olarak 4 bölümden oluşuyor.Tum bölümler edebiyat öğretmeni olan Nermin'in etrafında şekillenmiş. Anlaticilar farkli olduğu için yazarın üslubu da çok değişmiş bölümlerde. Baba bölümü okurken beni en çok zorlayan bölüm oldu.Yasli ve olmek üzere olan bir adamın karmakarışık zihni belki de ancak böyle anlatılabilirdi.Diger bölümlerde kadının toplumda yer bulamayisi ve kadın benliginin hep cinsiyetinin arkasında kalması, din, sosyalizm konuları derin işlenmiş.Leyla Erbil kalemini o kadar özgür kullanmış ki adeta zihninin okuyucuya tamamen açmış. Baba-kiz in siyasi çatışmaları, anne-kiz in ise toplumsal ahlak ile ilgili çatışmalarına yoğun şekilde yer verilmiş. Ilk okuduğumda anlamaya çalışarak sürüklendiğimi hissetsem de ikinci okumada daha çok keyif aldım.
Murat Uyurkulak 'in bu romanında alıntı niteliğinde birbirinden güzel cümleler var.Ancak kurgu ve karakterler çok dağınık. Tam kafamda biseyler oturdu derken bazı bölümlerde tekrar dağıldı. Sanki serbest çağrışım yoluyla yazarın aklina geldiği gibi direk yazılmış hissi veriyor bazı yerler.Cok derin anlatımlar olmasına rağmen kitaba kendimi veremediğim için yarim bıraktım.
Yazarın bu ilk romanında bir anne baba, 3 erkek çocuk ve eşlerinin birbirleriyle kopuk ilişkileri anlatılıyor. Kahramanların kendi ağzından anlatilarak yavas yavaş cözülen iç içe geçmiş sırları okudukça Ahmet Hamdi Tanpınar 'in 'Aynı yastıkta uyuyanlar birbirlerinin rüyalarını bilemez' sözü akla geliyor.Yazar genelde kısa cümlerle örmüş hikayeyi.Edebi kaygi gütmeyen yalın ve yüzeysel bir dil kullanmış .
Anda yaşayan , hayat dolu ama bir o kadar da hüzün taşıyan, hareketlerindeki doğallığın insana yaşama sevinci verdiği kaba saba maden işçisi Alexis Zorba karakteri ile, kitap sayfalarının arasında yaşayan, hayatını doğru davranmaya adamış entellektüel bir yazarin(kağıt faresi) Yunanistanda geçen mükemmel hikayesi
Yazarın okuduğum ilk kitabı. Gerçekten merak uyandırıcı bir kurgu mekanı tasarlamış. Bir kadın arkadaşının çiftlik evine gidiyor ve ertesi gün evin etrafında görünmez bir duvar oluştuğunu ve duvarın dışındaki insanların-buna arkadaşları da dahil- artık yaşamadığını fark ediyor.Sonra hayatta kalmak için bildiği tüm hayvancılık ve tarım becerilerini kullanıyor . Çünkü elinde kalan sadece bir inek,bir köpek ,kedi ve bazı tohumlardir. Anlatım derinlikli ve betimlemeler yerinde ancak kurgu bir yerden sonra akıcılığını yitirdi.Yine de iyi ki okumuşum ve yazarla tanışmışım bu satırlarla.
Pal Sokağı Çocukları ismini duyunca içimin cız etmesine sebep kitap...Nemecsek 'i alıp sarıp sarmalayıp ' herşey geçti ' diyesim var.Roman 1900 lerde Budapeste' de geçiyor. Bir avuç koca yürekli çocuğun binaların arasında kalmış tek özgürlük alanları olan "Arsa" yı kaybetmemek için zengin çocuklarla kıyasıya mücadeleleri anlatılıyor. Okurken kendi çocukluğumda oynadığımız alanların yavaş yavaş azalışini ve küçücük bedenlerimizle koca binaların arasında yuregimizin nasil daraldığıni hatırladım hüzünle. Benim icin çok özel yeri olan bir kitap.
Bu kitaptan sonra olağanüstü gözlem yeteneği deyince aklıma ilk gelen yazarlardan olacak Hemingway.Daha once Yaşlı Adam ve Deniz kitabını okumuştum ve sade akıcı ve derinden anlatımıyla çok sevmiştim .Kitap I.Dunya savaşı Italya'sinda geçiyor. Savaşa tüm kalbiyle inanmış bir teğmen olan Henry nin savaşın içindeyken yaşadığı ruhsal dönüşüm anlatılıyor. Bu kırılma noktası kurgunun içinde Henry nehirden kaçmaya çalışırken akan su ile " Tüm ofke ve sorumluluklarımdan arınmıştim " cümlesiyle öne çıkıyor. Hemingway gözlem yeteneği sayesinde bize tüm o savaş ve öldürülme korkusunu yaşatıyor. O ve diğer askerlerle beraber saklanıyor onlarla tekrar yola koyulup köprülerden geçiyorsunuz. Kitapta bana derinden etki etmeyen tek şey hastanede tanıştığı hemşire Catherine ile yaşadığı büyük aşk. Aralarındaki diyaloglarda tekrarlarin çok olması ve klasik aşk cümlelerinin yoğunluğu yüzünden belki. Yine de çok severim okudum
Üçüncü Dünya savaşı sonucu Dünya 3 büyük ülkeye bölünmüştür, Kurgu bu ülkelerden biri olan Okyanusya 'da geçmektedir. Okyanusya'da Büyük Birader otoritesi hüküm sürmektedir ve insani mutlu edebilecek her tür duygu, davranış biçimi yasaklanmıştır. Birbirini ihbar etmeye dayalı bir yöntemle Büyük Birader sisteme ihaneti,uykuda bile sorgulamayı ceza altına almıştır. Kahramanımız Winston Gerçek Bakanlığı'nda sistemi kötü gösterebilecek kayitlari ,tarih bilgilerini,haberleri değiştirme görevindedir.Bir yandan içinde yaşadığı bu mekanik dünyayı gizli gizli sorgulamaktadir.Bu sirada tanıştığı Julia ona tekrar insan olduğunu hatırlatır.Sonrası gercekten ürpertici, sarsıcı ,acımasız bir hikayeye dönüşür.Bir çırpıda severek okudum.
Çiftlik sahibi Jones a karsi daha iyi bir yaşam sürmek için ayaklanam hayvanları konu edinen bir kitap . Başta insanlara kölelige karşı bir dayanışma içinde olan hayvanların liderleri Snowball ve Napoleon adlı domuzlar sonradan çatışmaya başlıyor ve çiftlikte kalıp diğer hayvanların başına geçen Napoleon güç zehirlenmesi yaşayarak hayvanların tüm algıları ile adeta oynuyor. Hayvanlarin beraber oluşturduğu ayaklanmanin temsili duvarda yazılı 7 emiri yavas yavaş kendi çıkarları doğrultusunda esnetiyor. Gücün karşısındaki sorgulamanın bırakılip toplu şekilde boyun eĝiş çok sağlam bir şekilde anlatılmış. Bir çırpıda okudum ve okudukça günümüz insanınin otorite ve kapitalizm karşısındaki duruşunu düşündüm.
Günümüzün bence en büyük öykücülerinden Ahmet Büke köy ninelerinin sıcaklığı ve bilgeliği ile sarıp sarmalıyor insanı. Ana karakterlerin ortak olduğu öykülerin içine gercekdışı ögeler ustalıkla serpiştirilmiş.Arap Hatcam Teyze,Berber Kazım ve Ahmet'in mahallelerinde başlarına gelen acayip olaylar gülümsetiyor okurken.
Küçükken yaşadığı bir ameliyat ve yine çocukken karşılaştığı yahudi karşıtlığı sonucu Deborah kendini güvende hissetmek icin hayalinde Yr dunyasini kurmuş ve kendi dünyasındaki tanrılarla Yrce konuşarak yalnızlığına sahte bir çözüm bulmuştur. Deborah'in yaşadığı bu Şizofreni tablosu ailesinin gösterdiği yapmacik sevgi çemberi ile iyice perçinlenmistir. İnsanlara sadece zarar verdiğini düşünerek derin bir suçluluk duygusuna gömülmüştür Deborah. Ailesi sonunda çözümsüz kalıp onu akıl hastanesine yatırıyor. Hastanedeki doktoru Dr Fried onun kurduğu Yr dünyasını ictenlikle anlamaya çalışiyor ve Deborah 'ı gerçek dünyaya çekmek için yoğun çaba gösteriyor kitapta. Kitabın ağır üslubu sizofreninin karanlık tablosuyla uyumlu olmuş, sonlara doğru Deborah 'in Kuyu'nun karanlığından aydınlığa yol alışı ile kitap da dinamizm kazanıyor.
