Hayat bizim suskunluğumuzda söyler şarkısını ve uykumuzda düş görür. Yenik düştüğümüzde ve aşağılandığımızda bile, Hayat yükseklerde kurar tahtını. Ağladığımızda da, Hayat güne gülümser ve biz zincirlerimizi sürüklesek bile, o özgür kalır.
Savaş
Bir gece, sarayda bir şenlik yapıldı. Bir adam geldi, hükümdarın önünde yerlere kapandı. Bütün davetliler ona baktılar; gözlerinden birinin yuvasından çıkmış olduğunu, göz çukurunun kanadığını gördüler. Hükümdar meraklandı: “Ne oldu size?” Adam cevap verdi: “Ey hükümdar, ben meslekten hırsızım, o gece, mehtap da olmadığından, sarrafın kasasını çalmak istedim. Pencereden sıçrayıp girdiğimde, yanılmışım, bir dokumacının dükkanında buldum kendimi; karanlıkta, şiddetle dokuma tezgahına çarptım ve böylece gözümü kaybettim. İşte buradayım, Ey Hükümdar, adalet istiyorum.”
Hükümdar dokumacıyı çağırttı ve gözlerinden birinin çıkarılması gerektiğine karar verdi.
“Ey Hükümdar,” dedi dokumacı, “buyruğunuz adalete uygundur. Gözümün çıkarılması normal…
Ama, ne yazık ki, dokuduğum kumaşın iki yanını da görebilmem için iki göz gerekli bana! Fakat benim bir komşum var, kundura tamircisi, iki gözü var, ama işini yapması için tek göz yeter ona.”
Hükümdar kunduracıyı arattırdı. Adam geldi. Bir gözü çıkarıldı.
Adalet yerini bulmuş oldu.
İki Keşiş
Issız bir dağda, Tanrı’ya tapan ve birbirini seven iki keşiş yaşıyordu.
Bu iki keşişin pişmiş topraktan bir kasesi vardı; sahip oldukları tek şey de bu kaseydi.
Bir gün, daha yaşlı olan keşişin kalbini kötü bir ruh ele geçirdi ve daha genç olan keşişin yanına gidip şöyle dedi: “Uzun zamandır birlikte yaşıyoruz, ayrılmak zamanıdır. Neyimiz varsa bölüşelim.”
Bunun üzerine, daha genç olan keşiş hüzünlendi ve arkadaşına dedi ki: “Kardeş, beni bırakmak zorunda kalman kahreder beni. Ama mutlaka gitmem gerekiyorsa, öyle olsun.” Sonra toprak kaseyi getirdi ve “Bunu bölüşemeyiz, Kardeş, senin olsun, dedi. O zaman, daha yaşlı olan keşiş şu karşılığı verdi: “Sadaka istemem, sadece bana ait olanı isterim. Kase bölüşülmeli.”
Daha genç olan keşiş cevap verdi: “Kase kırılırsa ne işimize yarayacak? Hediyemi gerçekten kabul edemiyorsan kura çekelim.”
Yaşlı keşiş yineledi: “İstediğim yalnızca adalet, bana ait olan şeye sahip olmak isterim ben, kurayı göze alamam. Kase bölüşülmeli.”
Genç keşişin öne sürebileceği başka bir sav kalmamıştı artık. “Gerçekten de istediğin bu ise, kasenin bölüşülmesini istiyorsan, kıralım bitsin bu iş “ dedi. Bunun üzerine, yaşlı keşişin yüzü karardı ve bağırdı: “Ey korkak melun, kavgadan kaçıyorsun ha!”
Bugün, iki bin yıl sonra, bu şairin sekiz dizesi bütün dillerde okunur, sevilir ve beğenilir.
Öbür şair de, çağlar boyunca kütüphanelerde ve alimlerin odalarında bulunmasına ve hatırlanmasına rağmen, ne sevilir ne de okunur.
“ Ah, bu hükümdar ne kadar akıllı ve sen ne kadar az anlıyorsun! Hükümdar simgelerle konuşuyor. Un boş miden için; sabun kirli bedenin için; şeker de acı dilini tatlandırman için .”
“Evet, gecenin sessizliği ezdi bizi. Şimdi, anlıyorum ki kendi boşluklarını gürültülüyle doldurma ihtiyacı duyanların rahatı için şarkılarımızı kesmek gerekli değilmiş.”
Bir gün, Güzellik ve Çirkinlik deniz kıyısında karşılaştılar. Biri, öbürüne “Haydi yıkanalım“ dedi.
Soyunup suya daldılar. Biraz sonra, Çirkinlik kıyıya çıkıp Güzelliğin giysilerini giydi ve yoluna devam etti.
Güzellik de sudan çıktı. Giysilerini bulamayınca, çıplak kalmaktan da çok utandığı için, Çirkinliğin giysilerine büründü. Sonra, kendi yoluna gitti.
İşte, o gün bu gündür, erkekler ve kadınlar Güzellikle Çirkinliği birbirine karıştırdılar.
Ancak, kimi insanlar, ona ait olmayan giysilerine rağmen Güzelliğin yüzünü gördüler ve onu tanıdılar. Kimi insanlar da tanırlar Çirkinliğin yüzünü; giysiler onu gözlerinden saklayamaz.