Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

•Özgün

•Özgün
@Fchopin
Okuyarak öğreneceksin, severek anlayacaksın.
Bu gece ölebileceğini, bunun gerektiğini düşündü ama ölüm düşüncesini hiç de korkunç bulmadı; çünkü hayattan zevk almamış, yaşamı bitmek bilmez bir esaret olmuş, artık bundan bıkmıştı.
Reklam
Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az... Sen de fark ettin mi? Az, dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi...
Sana yemin ediyorum. Her neredeysen gelip seni bulacağım. Eğer öldüysen, peşinden koşacağım. Ölümden sonra hayat yoksa da, sana kavuşmak için, onu yaratacağım. Çünkü sana âşığım.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Nereden bilebilirdi insanoğlu? Varlığının sonuçlarını. Hepsinin de yanıtı aynıydı: Hiçbir yerden... Belki de bu sayede hayat devam ediyordu. Kimse, neye neden olduğunu önceden bilemediği için... Çünkü her davranışının zaman içindeki bütün sonuçlarına önceden tanıklık eden kişinin ilk tepkisi, büyük ihtimalle, durmak olurdu. Durmak ve durdurmak. Dehşet içinde. Hareket etme korkusundan kalbi durana kadar. Çünkü her hareketin nihai sonucu acıydı ve belki de, insanoğlu bunu bilse, hiç doğmazdı. Belki de daha kötüsü, bütün bunları bilse de doğmaya devam ederdi. Ne de olsa, insandı ve doğası gereği arsızdı. Doğmak için her şeyi yapardı. Gerekirse karnından çıktığı annesinin leşini doğumhanede bırakır, hatta dünyaya ikizine yapışık bile gelir, ama yine de doğardı...
Bir şey yazacaktı bu... Öyle derlerdi. Neydi ya?” Derda biliyordu. Ölmeseydi Oğuz Atay’ın ne yazacağını. Hatta Günlük ’ü okumuş olan herkes biliyordu. “ Türkiye’nin Ruhu !” “Hah!” dedi Süleyman. “O işte! Türkiye’nin Ruhu ! Adı bile güzel! Ama bak, sonra ne oldu? Türkiye’nin ruhu mu kaldı? Sattı Türkiye ruhunu! Hem de yıllar önce sattı. Hem de bir pezevenk gibi sattı! Anlayacağın, bir orospu parasına gitti memleketin ruhu! Oğlum, içsene!”
Reklam
Öyle ya da böyle, herkesin bir ölümsüzlük planı vardı. Ama Yasin fazla ölü görmüştü. Hayatı boyunca bir savaş alanında yaşamış gibi. Dünya üzerinde hayatta kalan son insan kadar ölü görmüştü. Belki de bu yüzden yok olup gitmekten korkmuyordu. Var olmaktan yeterince korktuğu için...
İnsanlardan geriye kalanlara mezar taşı denirdi.
Çünkü derdi korku değil, korkuyu beklemekti. Ve korkuyu beklemek, korkudan beterdi.
Bu hayatta kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağını anlamıştı. Biri için ölüm kalım meselesi olan, diğerinin gözünde toz kadardı. İsa çevresindeki mezarlara baktı ve iyi ki ölüyorlar, dedi içinden. İnsanoğlunun, hak ettiği için öldüğüne o gün inandı. Ölene kadar da başka bir şeye inanmadı.
Ne halt olduğu hakkında, gerçekte, hiçbir fikre sahip olmadığı ölüm karşısında, “Dök bakalım şu suyu, şu otları da bir temizle” gibi cümlelerden başka tepki veremeyen insanoğlunun hayal dünyasıydı mezarlık.
Reklam
Ve herkes görünene aldanmaya hazırdı. Çünkü görünene aldanmak, hayatı dayanılır kılmanın ilk şartıydı...
Ne de olsa baktığı yerde Umut yazıyordu. Belki de bu yüzden fazla iyimserdi. Zaten her şey bir umutla başlamamış mıydı?
Aslında Stanley’den hâlâ nefret ediyordu. Ama hapse girmesine gerek yok çünkü zaten eroinden örülmüş duvarları olan bir hapishanede yaşıyor, diye düşünüyordu. Haklıydı Derdâ. Çünkü Stanley, sonraki altı yıl boyunca o duvarların arasında ama sokaklarda yaşayacaktı. Babasının cenazesinden dönüp, sonunda kendisine kalan eve girdiği gün de o duvarlar üzerine yıkılacak ve aşırı dozda aldığı eroin tuğlalarının altında kalarak ölecekti.
Sonuç olarak, insanlığın ergenlik hali, bütün aptallığına rağmen, hayatı boyunca, özgür bir yaratığa en çok benzediği dönemdir...
İnsan doğar. On-on beş yıl sonra dünyanın nasıl bir tezgâh olduğunu ve doğumla ölüm arasına nasıl hapsedildiğini fark eder. Bu aslında bir histir, bilgi değil. Ve ilk tepkisini verir. Avazı çıktığı kadar bağırarak.
146 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.