Mezopotamya’da MÖ 3. binyıl bir erken bir zamanda, geniş çaplı mal depolaması ve ticareti yapılırken, Mina, şekel ya da talent gibi çeşitli isimlerle bilinen standart ağırlıkta altın ve gümüş kullanımı çok yararlı bulununca, insanlar, bir şeyleri satın almak için değerli metal külçeler kullanmaya başlamışlardı. Ama hala altın, ortalama bir kişinin, söz gelişi bir sepet buğday satmak ya da bir tulum şarap almak için kullanamayacağı kadar az bulunuyordu. Asıl para, bugün Türkiye’de bulunan ama o zamanlar Yunanistan’a komşu küçük bir devlet olan Lidya‘da icat edildi; bu devrimci yenilikten ilk yararlanan ise Yunanistan’dır.
Homeros’ta paradan hiç söz edilmez, çarşılar önemli yerler olarak dikkat çekmez. Çarşılar Mezopotamya‘da, Çin’de, Mısır’da ve Dünya’nın başka bir çok bölgesinde elbette vardır, ama yalnızca Lidya da Milat’tan önce 640-630 arasında krallar, değeri birkaç günlük emekten ya da bir çiftçinin hasadının küçük bir kısmından fazla olmayan çok küçük ve taşınması kolay külçeler gerekli olduğunu kavradılar. Külçeler standart ağırlıktaydı ve okuryazar olmayanlara bile o külçenin değerini gösteren bir amblem aslan kafası basılırdı. Böylelikle Lidya kralları ticari girişim olanaklarını kat kat artırdılar ve nüfusun yeni kesimlerine yepyeni ufuklar açarak dünyayı dönüşme uğrattılar.
Bundan daha önemsiz olmayan ikincil bir etki , Akdeniz’deki pazar yerlerinin, yeni tür bir dinin tartışıldığı odak noktaları olmasıdır. İberya’dan Filistin’e kadar Agoralarda konuşulan yunan dili, Aristoteles’in klasik Yunancası değildi, ama Homeros‘un antik Yunancası da değildir. “Basitleştirilmiş, karma bir alışveriş Yunancasıydı.” İsa’nın müritlerinin inançlarını yayarken kullandıkları dilde buydu. Efes, Kudüs, Şam, İskenderiye ve Roma gibi kentlerde, ilk Hristiyanlar, öykülerini bu çarşı Yunancası ile yazdılar. İlk başta “Tanrının kötü Yunancası” diye eleştirilen bu yazılar Yeni Ahit’i, yani İncil’i oluşturdu.
Dante’nin evrensel krallığının merkezi Romadır, yöneticileri de Romalılardır. Bütün dünya insanlarıysa, Romalı efendilerin uyrukları olacaktır. Çünkü Dante’nin gözünde ancak Romalılar üstün insandır ve böyle bir devleti gerçekleştirmeye ancak onların üstün yetenekleri muktedir olabilir. Bir kez meseleye böyle girilince, yani bir kısım insanların diğer insanlardan üstün olduğu varsayımdan hareket edilince,dünya ölçüsünde gerçekleştirilmesi düşünülen evrensel krallık fikri kendi içinde çözülmeye mahkum bir niteliğe bürünmüş olur. Batı uygarlığı, kendi dışındaki insanlara köle olarak bakmaktan hiç vazgeçmemiştir. Evrensel bir devlet kurma fikrinde bile diğer insanları köle olarak görmenin bir tezahürüne şahit olmaktayız.
Batı dünyasının sömürgecilik hareketi Hristiyan toplumların şuuru altında yerleşmiş olan bu, başkalarını köle telakki etme zihniyetinin dışa vurumudur. Sömürgeciliği sadece basit bir ekonomik olgudan ibaret sanmak, onu besleyen yanlış metafizik kaynağı ihmal etmek ve görmemek demek olur.
İlk okuduğum eser. Kapak fotoğrafıyla dikatimi çekmişti Hüseyin Kartalın bu güzel eseri. Çirkefin en sefillerinden, bilincin zirvesine çıkan... Cennet bahçesindeki şehadet lalelerini kanıyla boyayan, Bir Ömeri, Yiğit Ömeri anlatıyor. Hayatı herkese örnek ve ibret olacak bir yapıt. Rabbim Hüseyin abimize rahmetiyle muamele etsin.
Şehadeti imrendiren eselerden biri. Tunus'un manevî ve millî değerlerine Fransız'laşması kahredici. İslam’ın beldelerinden çoğunun Tunus gibi değerden yoksun hâle getirilişiyle ilgili tavsiye bir kitap daha : İHSAN SÜREYYA SIRMA / PAKİA MEKTUPLARI
Bu kitap Nuriye Çeleğe'nin okuduğum 3.kitabı ve bunu diğerlerine oranla sönük buldum. Ama yinede yararlı ve güzel bir kitap ve dili akıcı. Tavsiye ederim.
Hay SultanNuriye Çeleğen · Nesil Yayınları · 2013883 okunma