"İnsanın yoksul bir babası olması ne kötü!
Bakışlarımı lastik pabuçlardan ayırdım ve önümüzde duran galoşları gördüm. Babam ayaktaydı, bize bakıyordu. Gözleri sınırsız bir hüzünle doluydu. Gözleri öyle büyümüş öyle büyümüştü ki, Bangu Sineması'nın perdesini doldurabilirdi neredeyse. Ve öyle korkunç bir acı vardı ki bu gözlerde, ağlamak istese bile ağlayamazdı. Bitmek tükenmek bilmeyen bir dakika boyunca orada durup bize baktı, sonra sesini çıkarmadan önümüzden geçti. Yıkılmıştık, bir şey söyleyecek durumumuz yoktu. Komodinin üzerinden şapkasını aldı ve yeniden sokağa çıktı. Ancak o zaman Totoca koluma dokundu.
"Kötüsün, Zeze," diye fısıldadı. "Yılan kadar kötüsün. Bunun için..."
"Dikkat, Zeze! Bu diyeceğim çok önemli: Önce sağına, soluna bakacaksın. Sonra, haydi!"
Yolu koşarak geçtik.
"Korktun mu?"
Elbette korkmuştum, ama başımı hayır anlamında salladım.
"Nen var Zeze?"
"Hiç. Şarkı söylüyordum."
"Şarkı mı söylüyordun?"
"Evet."
"Öyleyse ben sağır olmalıyım."
İnsanın içinden de şarkı söyleyebildiğini bilmiyor muydu yoksa? Bir şey demedim. Bilmiyorsa bunu ona öğretmeyecektim.
Uzun uzun burnumu çektim.
"Önemi yok, onu öldüreceğim!"
"Ne diyorsun sen küçük; babanı mı öldüreceksin?"
"Evet yapacağım bunu. Başladım bile. Öldürmek, Buck Jones'un tabancasını alıp güm diye patlatmak değil! Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek... Ve bir gün büsbütün ölecek."
"Bu küçücük kafada ne büyük bir hayal gücü!"