“Ama fazla yaşamazsın sen. Denizine ve gemilerine dönmeyecek, dolayısıyla da kemiklerin iyice çürüyene kadar bu illet şehirlerin deliklerinde dolanıp duracak,
sonra da öleceksin.”
Çok seven kişi çok da çalışır ve çok şey başarabilir, sevgiyle yapılmış bir iş iyi yapılmıştır.
İnsan birtakım kitapları okuduğunda çarpılıyor, derinden etkileniyorsa, bunlar yürekten, yalınlıkla ve alçakgönüllülükle yazıldıkları içindir.
Gerçekten anlam taşıyan az söz söylemek, kuru gürültüden başka bir şey olmayan, kolay söylendiği kadar yararsız olan bir araba laf etmekten daha iyidir.
Sevgi insan yüreğindeki en iyi ve en soylu şeydir, özellikle de tıpkı ateşteki altın
gibi hayatın içinde denemeden ve sınamadan geçtiğinde; çok seven, ikircim
ve kuşku duymuş olsa bile, o ilahi ateşi canlı tutan, ezelde var olana ve hiç
ölmeyecek olana dönen kişi mutlu ve iç dünyasında güçlü olur. Gerçekten sevilmeye değer şeyleri sadakatle sevmeyi sürdürebilirse kişi, sevgisini anlamsız
değersiz, önemsiz şeyler için ziyan etmezse, zamanla daha çok ışığa kavuşacak
güçlenecektir. İnsan belli bir meslek ya da belirli bir zanaatta ne denli erken usta olmaya çalışırsa, mümkün olduğunda bağımsız bir düşünce ve davranış
tarzı benimserse, kendi kesin kurallarını ne kadar eksiksiz uygulayabilirse, o
kadar sağlam bir karaktere sahip olabilir; bütün bunları yaptı diye dar kafalı
olması da gerekmez ayrıca.
Bunları bir an önce yapmak akıllıca bir şey çünkü yaşam kısa, zaman çok çabuk
geçiyor. İnsan bir tek konuda tam anlamıyla ustalaşırsa ve o tek konuyu çok iyi
anlamışsa, fazladan daha birçok şeyi de derinden kavrayacak, anlayabilecektir.
Bir adam varmış, günün birinde kiliseye gitmiş, şöyle sormuş: "Aşırı hevesim, çabalarım beni aldatmış olabilir mi? Yanlış bir yol seçmiş, yapacaklarımı iyi tasarlamamış
olabilir miyim, Ah, kendimden duyduğum kesin bir inanca kavuşabilsem!" Bir ses karşılık vermiş ona: "Kesinlikle bilseydin, ne yapardın o zaman? Kesinlikle inanıyormuşcasına davran şimdi, yanılmayacaksın." Ve adam kuşkuyla değil de inançla dolu şekilde yoluna gitmiş, işinin başına dönmüş, artık kararsızlık, ikirciklik yokmuş içinde.
Halid'in gözü alanın diğer tarafında bulunan Ebu Süfyan grubundaki Hind'e takılmıştı. Hind, Hamza'yı öldürmeyi kafasına koymuştu. Savaşı kaybetme pahasına da olsa bunu yapacaktı. Vahşi yanındaydı ve ona Hamza'yı işaret ediyordu. Halid bu kez Hamza'ya baktı. Sanki birbirlerinin içlerini okurmuşlar gibi Hamza da o an ona bakıyordu.
"Hamza çok çökmüş Amr, bu savaşı bitiremeyebilir."
"Cübeyr'in kölesi onu öldürebilir Halid. O adamın nasıl mızrak kullandığını gördüm ben."
"Habeşli köle onu öldürmese bile Hamza bu savaşı bitiremeyecek."
"Bunu da nereden çıkardın?"
"Bilmiyorum, içimde öyle bir his var."
Okçular yerlerini almış tepeyi tutmuşlardı. Halid bu okçuların kendisini durduramayacağını düşünüyordu. İçi rahat bir şekilde tarafların kızışmasını bekliyordu. Talha sancaktar olarak en öndeydi, kardeşleri ve çocukları da yanındaydı. Elindeki sancağı kardeşi Osman'a bıraktı ve meydanda ileri doğru çıktı. Amr, Talha'nın meydanda ilerlediğini görerek Halid'e onu işaret etti.
" Bak, Talha meydana çıkıyor."
"Ebu Süfyan bunun için mi yanına aldı onu?"